Sunday, August 17, 2008

Mikanos


Dışarıdan bakıldığında Bodrum ile Bozcaada karışımı gibi gözüken Mikanosu ilk düşündüğümde bu kadar çorak olduğunu düşünmemiştim. Mikanos, Apollo ile Artemis'in doğum yeri olan Delos adasına çok yakın. 1950lerde ilk önce hipilerin keşfettiği sonrasında turistlerin gelmeye başladığı Kyladik adalar grubuna bağlı bir Yunan Adası olan Mikanos da gemiler Turlos limanına yanaşıyor. Turlos'dan ada merkezine gitmek için gemide satılan otobüs biletlerinden aldık ve adanın merkezinde de rehberlerimizin düzenlediği bir yürüyüş turuna katıldık.Bu turda osmanlılara karşı ilk direnişi yapan Bayan Martanın heykelini, Ordadoks kiliselerini ve tabiki değirmenleri gördük. Adanın maskotu olan artık yaşamayan ama yerine Atina hayvanat bahçesinden getirilen pelikanlar olan Petros'la da tanıştık tabiki. Adanın hem yakın yerlerinde hem de merkezinde olan bu değirmenler eskiden diğer adalar içinde buğday öğütüyormuş. Adanın merkezinde Küçük Venedik (Little Venice) olarak adlandırılan gün batımının da şahane izlendiği bir yer varki, sırf bunun için Mikanos'a gitmeye değer diyebilirim.
Günün devamında gidişi biraz eziyetli olsada (kalabalık ve gidiş yolu sebebiyle) Paradise Beach e gittik. Adadaki bazı hippiler burada denize girerken mayo giymeyi reddediyor(muş), ben giymeyeni görmedim ama aşağıdaki eğlencenin yaşandığı Mikanos'un pek bana göre olmadığını anladım :) Mikanos hem çok güzel kadınların hem de çok yakışıklı erkeklerin bir arada olduğu bir ada. hiç mi çirkin olmaz, ben görmedim diyebilirim. Herkesin birbirine "Where are you from?" diye sorduğu ,24 saat uyumayan Mikanos da insanlar birbirleriyle tanışıp, gündüzün gecenin tadını çıkartıyorlar.

Cristal Gemisi ile 6 gece/7 gün


Turu satın almaya o kadar son dakika karar verdik ki, biraz daha geç kalsak daha önceki yaşadıklarımız gibi gemiyi bile kaçırabilirdik yine.
18:00 de kalkacağı duyrulan Cristal gemisi için biraz erken saatte 12:00 de iskeledeydik. Pasaport işlemleri sebebiyle gemiye erken aldıklarından ufak bir gemi turu sonrasında da vaktimiz olduğundan çıkıp ufak bir Kabataş turu yaptık. Atina'dan geç kalktığı için İstanbul'dan da geç kalkan gemi, akşam yemeği ertesinde Salı Pazarı limanından ayrılırken, arkasında bıraktığı köprü, galata ve kız kuleleri o kadar büyüleyiycidi ki, bu şehre aşık olduğuma bir kez daha karar verdim. İStanbul manzarasına dalıp, göz yaşlarımı tutamazken ben, 7 gün sürecek bu keyifli yolculuğa başlamıştık aslında. Bu tatili araştırırken sitelerinde ayrıntılı bilgi veren Haluk Abi ve Bay Punto ya çok çok teşekkür ederim. Gemide rehber kadar ben de bilgiliydim. Gemi çok keyifli bir yüzen otel aslında. Duty Freesinden Casinosuna, diskosundan show center ına kadar hiç sıkılmadan vakit geçireceğiniz bir eğlence mekanı. Başta sallar mı, midem bulanır mı diye düşünüyorum ama ortam, küçük artçı sarsıntıların yaşandığı bir ev gibiydi aslında.
Gemide her akşam bir eğlence vardı ki, bunlardan ilki Newyork to Paris idi. Sonra bir akşam Yunan gecesi yapıp, Oopaah nidaları ile coştuk ve en son gecesi Latin Danslarında sahnede yerimizi aldık.
Gemideki tek eksiklik havuzdu aslında mevcut havuz çok küçük ve cafenin yanında olduğundan pek kimse girmiyor, neticede 900 yolcusu olan geminin 400 kişilikte bir crew u var.
Çok tatlı bir Kıbrıslı aileyle tanıştık gemide ve tabiki Metin abi ile sevgili eşiyle. Bu çekirdek kadro bize bir hfta boyunca yetti de arttı.
Cristal'e binerseniz sabahları mutlaka pankek ile çilek reçeli yiyin, tadı damağımızda kalan çilek reçelini 7 gün boyunca doymadan yedik biz :))

Monday, August 11, 2008

'Buzlu Çay' sensiz içilmez ki :(


Bir yıldır yakalandığı kötü hastalıkla mücadele eden canım arkadaşım Beyzah'ı kaybettik.
Çok üzgünüm :(

Friday, August 01, 2008

Harbiye Açık Hava Tiyatrosu Yenilenmişşş!

Belediyenin kocaman kocaman afişlerle duyurduğu yenilendi yazılarını görmüşsünüzdür. 61 yıldır yenilenmemişte, şimdiki belediye yapmış da... vs.
Peki ben gittim neden bir yenilik, bir farklılık göremedim. koltuklar bir kaç yıl önce yapılıştı zaten. Tek fark büfelerin işletmesinin değişmesi mi? Tuvalete gitmedm ama bu yenilenmeyle oranın da paralı olduğu söyleniyor. Zaten Harbiye vadisindeki çalışmalar sebebiyle Açıkhavaya giriş sorunlu. Bu ne yeniliği hiç bir şey anlamadım. Yarın bu kez Candan Erçetin'deyim. Tekrar bakacağım, bir farklılık var mı diye. Bu herkesin dikkatini çekmiş olmalı ki, 27 Temmuz Hürriyet Pazar daki yazısında Kültürazzi de bundn bahsetmişti. Ee peki bunda gerçekten değişiklik yoksa belediyenin her astığı afişteki icraatları yalan mı?
Ben hepsini kontrol edemem ki, lütfen sayın belediyem, bizim de işimiz gücümüz var, ne yapıyosanız onu yazın, gönülden inanalımmm...

Thursday, July 24, 2008

Düğünler ve ilişkiler üzerine...

Beni tanıyanlar bilir, son 3 yıldır yaz aylarımın tamamında yakınlarımın düğünlerine gitmekle geçiyor günlerim. Bir de hepsi farklı farklı gruplar ya da ailemden yakınlarım oldukları için düğünlerin hepsinde başrolde olmak durumunda kaldım. (Yani dans etmeyi, halay çekmeyi sevdiğimden, organizasyon işine meraklı olduğumdan değil...) Burada sürekli ön planda tuttuğumuz elbise çeşitlerinden, makyaj, saç ya da çanta ayakkabı ayrıntılarından bahsedecek değilim. Daha çok aklıma takılan bir konuyu paylaşacağım.
Son zamanlarda çevremde hep kızın zorlamasıyla ay da can sıkıntısından evlenen erkekler, çocuk yapmak için evlenen kadınlar, ailelerin onaylamadığı evlilikler.. var. Ya da kızların gerek aile gerek toplum baskısından evde kalmamak(!) için bir an önce evlenme isteği. Tamam bizler kuruluyoruz, 15 yaşından itibaren ilk hedefimizin iyi bir eş olmak üzere hazırlanmak oluyor ama erkekler için bu 35te bile zor kabul ediliyor. Bu yazıyı yazmaya, geçen düğünde damadın kız kardeşinin "artık çok geç di mi?" demesiyle ya da çok yakın bir arkadaşımın 3 gün kala iptal olan nikahından sonra karar verdim aslında.
Herşey bu kadar kolay mı, evlenelim sonra deneyelim bakalım olmadı, ayrılırız mı? Öle bayıla yapılan evlilikler sadece 20li yaşların başında oluyo da onların sonu da 20li yaşların ortalarında mı oluyor? Aşk bu kadar sonraya mı kaldı hayatta anlamıyorum. Tabiki aşkla evlenen ilişkilerde var ama onlarda ya çok uzun süreli birliktelikler ya da böle şans ama bu yazıyı genele yazdım tabi.
Stratejiler üzerine kurulu ilişkiler hep böyle mi oluyo, yazık değil mi öncelikle ailelere. Şimdi kimse boşanmak için evlenmez diceksiniz ama gözgöre göre istemeyerek evlenilir mi?
tabi böyle davulun sesi uzaktan hoş aslında çünkü bir de düğün öncesi stresi var benim tüm bu gördüklerime sebep olabilecek ama yine de ne bileyim, tatsızmış gibi tüm ilişkiler sanki. Buna da çok şaşmamak lazım, mevsimler gibi, meyve sebze gibi, ilişkilerde tatsız işte.

Sunday, July 20, 2008

Sezen Aksu denince akla gelen şarkılar...

Çok uzun zamandır tekrar gitmek istiyordum Sezen Aksu'nun Harbiye Açıkhavadaki konserine. O büyülü atmosferde o küçük dev kadını dinlemek, çıktığınızda damakta bıraktığı tadla tarif edilemezdi. Her yaz başı evet bu yıl tekrar gitmeliyim diyodumda bu yıl gitmeliyimden çok bilet alarak kesinleştirdim gidişimi. Bir de Akdoğan Özkan'ın, "İstanbul'da ölmeden önce yapmanız gereken 101 şey" isimli kitabında 51. maddede demez mi, Sezen'i AçıkhavaDa dinlemek diye. Hemen aldım Hatişi de, güzel bir akşam yemeğinden sonra tam bir yaz akşamına yakışır şekilde bulduk kendimizi Açıkhavada.
Kalabalık orkestrasıyla Git'lerden, Geri Dön'lerden, gözyaşlarımızla başlattığı geceyi, keyifli sohbeti ve hareketli şarkıları ile sonlandırdı. Hani anlatılmaz yaşanır derler ya işte o gece tam da öyleydi. Bu yıl 3 akşam daha Harbiye'de olacak Sezen Aksu, kaçırmayın bence. Yoksa sonrasında gelecek yıla kadar çok beklersiniz, söylemedi demeyin.

Thursday, July 17, 2008

Kenar Süsü

Kenar süsü oldum hayatında
Yani olmasam da olurdu..
Kaza süsü de verirdin vefatıma,
Yokluğum boşluk yaratmazdı..
Seni aramamam, sormamam, bakmadan uzaklaşmam eminim çok hora geçti
Hurdaya çıktı içim fark ettin mi hiçe döndüm
Çürüye çürüye tükendim
Rezil ettim kendimi
Dağıttım
İçtim
Düştüm
Ona buna ağladım
İçimden döküldün
Gülmeyi unuttum
Kendimi dinlemekten
Hastalık hastası oldum senin yüzünden…

Wednesday, July 16, 2008

Gümüşyaka Köprüsü

Cumartesi yola çıkarken aslında bu kadar uzun süreceğini hiç düşünmemiştim. Bu kadar uzun süreceğini bilseydim gider miydimmm, ona da emin değilim. Silivri taraflarını hiç bilmediğim ve deniz kum düşüncesi sıcak gelince attım kendimi yollara. Üsküdar – Beşiktaş; Beşiktaş – Kabataş; Kabataş – Zeytinburnu; Zeytinburnu – Avcılar; Avcılar – Silivri; Silivri – Gümüşyaka..
istikametinde geçen yolculuk sonunda Gözde’lerle buluştuğumda artık yorgun ve bitkindim. Allahtan akşam yaptıkları mangalla karnımı doyurdularda biraz kendime geldim.
Haluk Levent’in Gümüşyaka Köprüsünü, ezberledim türküsünün de geçen Gümüşyaka’nın burası mı değil mi olduğu konusunda da oldukça kararsız kaldığımdan şarkıyı söylerken de tedirgindim.
Gümüşyaka küçük bir panayırı andıran sahil kenarı, denizi, kumu ile İstanbul’a yakın bir sayfiye yeri aslında ve benim gibi yakın bir yerlerde denize girebilmek için çaba sarfediyorsanız mutlaka uğrayın.

Tuesday, July 01, 2008

Kısa kısa

Konular tatsız olunca kısa kısa yazmak istedim, son günlerde neler mi yapıyorum?

Yakalandığı amansız hastalıkla mücadele eden Nermin Teyzem, bizi bırakıp, gitti.. Onu çok seviyorum çok. Aslında hayatın ne kadar garip, tartışmasız ve sonu olduğunu gösteren büyük hatırlatmaydı onun bize yaşattıkları, papatyalarla, güllerle gönderdiğimiz Nermin Teyzem, nur içinde yatsın. Elbette çok özleyeceğiz.

*******

Yeniden yalnız olmaya alışıyorum. Yalnızlığın tadını alınca biz olmak, biz olduktan sonra tekrar yalnız olmak zor oluyor, ama insan nelere alışmıyor ki...

*******

Diğer yandan hayat devam ediyor...

Tatile daha çok var, insan sanırım yılın ortası gelince daha fazla ihtiyaç duyuyor ufak bir araya. Yıl boyunca sanki o ara hiç gelmicek gibi, tüm koşuşturmalar, çalışmalar. Bu sene böyle bir Spa Center'da tatil yapmak istiyorum aslında ama Hatişş sakın duymasın :)

*******

Kalan son kişilerde bu yıl evleniyo sanırım, yine çevremde bir düğün hareketliliği. Bir müsade edinde bir haftasonu sakin geçsin di mi :)

Wednesday, June 18, 2008

İş Seyahatleri


İş seyahatlerim sebebiyle, çok otel dolaştım bu yıl. Bazı yerlere bir kaç kere gittim, bazılarında birden fazla gün kaldım. Nerelere gittim? Adana, Bursa, İzmir, Antalya, Trabzon, Konya, Kayseri, Mersin, Ankara.. Hatta bir de fuar dolayısıyla Milano sıkıştırdım bu yoğunluğun arasına.
Şimdi gittiğim bu şehirlerde kaldığım otellerden bir En'ler listesi çıkardım ki, iş için seyahat edeceklere, organizasyon düzenleyeceklere rehber olsun diye. Genelde iş sebebiyle kalınacağını düşündüğüm bu otellere gitmeden ya da şehirleri ziyaret etmeden belki yardımcı olur size...

En Organize: Almira/Bursa
En Misafirperver: Dedeman/Konya
En Rahat: Shareton/Ankara
En Şık: Dedeman/Konya
En Güzel Manzara: Hilton/Mersin, Hilton/Adana, Shareton/Antalya
En Büyük Toplantı Salonu: Cevahir/İstanbul
En Düzensiz: Hilton/Kayseri
En Şehir içi: Grand Zorlu/Trabzon
En Paylaşımcı: Crowne Plaza/Malpensa, Milano (Çünkü iki kişi kaldık :))
En Lezzetli Yemek: Cevahir/ İstanbul
En Güzel Uyku: Dedeman/ Konya
En Kullanışsız Businnes Center: Hilton/Kayseri
En Güleryüzlü banquet ekibi: Cevahir/İstanbul
En Kalabalık: Cevahir/ İstanbul (700 kişi ağırladık)
En Sakin: Almira /Bursa (50 kişilik mimar yemeği)

Bu şehilere gitmişken, Konya'da Mevlana Pide, Bursa'da İskender, Kayseri'de Mantı, İzmir'de balık, Trabzon'da pide, Mersin'de Tantuni, Adana'da Kebap, Milano'da makarna, Antalya'da balık yemeden gelmeyin :)

Monday, May 19, 2008

2. yıl


İki yıl önce bugün başlamıştım blog yazmaya. Ziyaretçilerim, yorumcularım, ve siz sevdiklerimle koskoca iki yılı devirdik. Siz okudukça ben konuştum, konuşacak çok şeyim olmaya devam edince, siz okudunuz.

Herkese çok teşekkür ederim.

Wednesday, May 07, 2008

MEVLANA "Hamdım, piştim, yandım..."

Bütün ömrünü şu 3 kelimeyle özetler Mevlana,
Hamdım.. Piştim.. Yandım..

Mevlana. Aşkın Dansı.
Bu filmi aslında vizyona girdiği ilk hafta izledim ama yazmaya bir türlü fırsat olmadı. Mevlana’nın babasıyla sonra da Şems-I Tebriz olan görüşmelerini anlatan, hakkında bilgiler veren çok güzel bir belgesel bence.Hatta kısa film haline getirilip, daha fazla yayınlanmalı ve dünyaya yayılmalı. Film de Mevlana’yı oynayan ve 7.kuşaktan torunu olan Sinan Tuzcu oldukça başarılı bence.

Bu sene Mevlana Müzesine gittim ben Mart ayında. Yoğunluk sebebiyle yazamadım ama kesinlikle çok etkilendim o havadan. Bence Konya Şehri Mevlana’ya sahip olmasıyla kendini daha yukarılara pazarlamalı. Mevlana ile ilgilenmeye ve okumaya başladıktan sonra kesinlikle olgunlaştığıma ve bilgeleştiğime inanıyorum.

Sevgili Emre’nin bir önceki Mevlana yazıma yazdığı yorumu burada paylaşarak sözlerime son veriyorum, film de bu metnin bir de seslendirilmiş hali varki; bence izlemek lazım, dinlemek lazım, anlamak lazım…


Duydum ki Bizi Bırakmaya Azmediyorsun Etme

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
Mevlana Celaleddin Rumi

Wednesday, April 23, 2008

Milano'da, İtalya'da...

Tüm sektörün orada toplanacağını bildiğimiz için aslında her karşılaştığımız kişi biliyordu İtalya'ya gideceğimizi. Sektörün, mobilya dünyasının ve en önemlisi tasarımın en yoğun günlerinde Milano'daydık. İlk günü kendimize ve dolayısıyla Milano'yu fethetmeye adadık aslında. Yanda görünen kilisenin (Domo) resmi de o gün çekildi. Önce Milano'nun tarih kokan sokaklarındaki bir kafede risotto ve makarna yedik, sonra dünyaca ünlü markaların (Armani, Gucci, Prada, Bulgari..) büyük mağazalarını gezdik. Bir kentin bu kadar tarihle içiçe olması bir yerde ağır geldi aslında bana :) O gün otele yorgun argın düştük aslında ama fuar heyecanı yine de enerjimizi kaybettirmedi. Ertesi sabah bayrama hazırlanan çocuklar gibi hazırlandık fuara. Önce İtalyadaki markamızın kendi standına gittik. Yine cool bir tasarımla yeni ürünlerimizi ve sevdiğimiz dostlarımızı gördük. Ondan sonra mutfak salonu senin, banyo salonu benim dolaşmaya başladık. Saat 17:00 de bir gün öncesinin de yorgunluğuyla topuklu ayakkabılarım artık ağır geldi ve düz ayakkabılara geçtim.
O akşam İstanbuldan çok sevdiğimiz bir yetkili satıcımızın davetiyle adı Osteria olan bir restauranta gittik. Bu arada ilk gün orjinal Papermoon da akşam yemeği yediğimizi söylemeyi atladım sanırım :) Osteria deniz ürünleri yapan bir restaurant. Ahtapottan midyeye; deniz kestanesinden ıstakoza, istiridyeden yengeçe kadar yani denizden çıkan her ne varsa o gece masamızdaydı. Deniz ürünlerinden pekte haz etmeyen bana uygun bir sofra olmasada, kırmamak adına çatalın ucuyla herşeye dokunup, şarap, ekmekle geceyi bitirdim. Gecenin en güzel anı benim gibi likör delisi birine sunulan limonçello idi. Limonçello ertesinde bir de grappa içtim ki o gece keyifle uyuyacağıma emindim artık. Ertesi gün bizim için fuarın son günü idi. Her biri Tüyap'ın 3 salonu büyüklüğünde toplam 28 salondan oluşan fuarın, biz 2 günde sadece 5 salonunu gezebildik. Gezdiğimiz salonlarında hakkını verdik. Fuarlarda hala katalog toplayanları gördükçe düşündüm de internet bizlerin bu sorununu çözemiyor mu hala?
Son gece, bir gece önceki alkolün, fuarın ve gezmenin etkisiyle otelde olmayı tercih ettik. Kaldığımız Crowne Plaza/Malpensa otel, oldukça temiz ve sade bir oteldi. Orada yediğimiz lezzetli tagliateden sonra odada yaptığımız sohbetle geceyi sonlandırdık.
Son gün dönüş günüydü, Milanodan kalabalık bir kafileyi de uçağımızla gelirken getirdik. Ve Milano'dan bize sektörün trendleri, güzel akşam yemekleri ve Domo'da geçirdiğimiz saatler kaldı.

Sunday, March 09, 2008

Ordan burdan...

* Adana
Ekteki resmi Adana'da çektim. Bir büfe kendini Sabah Gazetesinin wOMM cusu ilan edip koskocaman afiş yaptırmış gazeteye. Satışlarını ne kadar arttırdığı ya da ne gibi avantajları olduğunu büfeciyle konuşmak isterdim ama arabayla geçerken çekip, gidemediğim için konuşamadım tabiki.
Bu arada Adana'da Hiltonda Seyhan-Taş Köprü ve Sabancı Cami manzaralı bir odada kaldım. Adana gerçekten güzel bir şehir.
* Bursa
Bursa'da ilk defa sanayinin içindeki Uludağ Kebapçısına gidip, hiç sevmesemde İskender yedim. O kadar lezzetliydi ki, yolunuz düşerse mutlaka yemenizi tavsiye ederim.
* İzmir
Ülkenin en romantik şehirlerinden biri bence izmir. O kordonda yürümek, Alsancak'ta alışveriş yapmak, yarım saat sonra Alaçatıda olmak herhalde çok keyiflidir. Ben her seyahat sebebiyle gittiğimde seviniyorum, seviyorum bu şehri. İzmir benim İstanbul'dan sonra yaşayabileceğim diğer şehir.

Söz müzik Teoman

Teoman'ı ve Teoman'ın şarkılarını çok severim. Ve şimdi başkalarının sesinden Teoman şarkıları dinliyorum. Tam 4 gündür, her gün yeni baştan dinliyorum albümü o kadar güzel ki.
Hele İzel 'senden önce, senden sonra'yı o kadar güzel söylemiş ki, gece gündüz onu dinliyor, söylüyorum.
Bir röportajında Teoman bu albümün ikincisini de yapacağını söylemişti. Umarım o da en kısa zamanda çıkar.
Sezen Aksu'dan Paramparça'yı, Yaşar'dan Rüzgargülü'nü, Mirkelam'dan Güzel Bir Gün'ü, Yalın'dan Gönülçelen'i, Nil'den İstanbul'da Son Bahar'ı dinlemenizi tavsiye ederim.

Sunday, February 17, 2008

Tepki :)

Blogumun ilk gününden bu yana her konuda olumlu ya da olumsuz bir çok tepkiyi bazen mail yoluyla bazen de yorumlarla aldım. Fakat bu en son yazdığım sarı öküz hikayesi kadar olmamıştı. Hikaye aslanlardan o kadar çok tepki aldı ki, eminim tepki verenlerin çoğunun inançla alakası da yok.
Bakın;
Din ile devlet işleri karıştırılmamalı. İkisi çok farklı şeyler.
Din son yıllarda bir çok ülke de yükselen değer. Fakat her birinin yeri ayrı, siz devlet kurumlarıyla dini birbirine katarsanız o zaman farklı inanışları olan insanlarınızdan vazgeçmişsiniz demektir ya da onlara da haklarını vererek, ülkenizi, en anlamlı şeyiniz olan bölünmez bütünlüğünüzü kaybetmişsiniz demektir.
Ayrıca ben 18 yaşında (hatta daha öncesinde imam hatiplerde) kızların kendi bilinçleriyle örtündüklerine inanmıyorum. Gerçekten inananlar bu farklılıklarını göstermek için yıllar önce üniversiteye girerken açtılar başlarını zaten.
Şimdi konuşanlar kuru gürültüden başka bişi değil. Laiklik elden gidiyo diye üzülenlerde sarı öküzü vermeden düşüneceklerdi bunu.
Son olarak türban konusu açıldığında başbakanın küçümsediği %25 ilk senelerinde onu iktidara taşıyan rakamdı. Bunu da unutmasın lütfen.
Daha önce bir çok kez dediğim gibi;
"Türkiye Laiktir, Laik kalacak!" ve bizler bunu sürdürmek için savaşacağız.

Friday, February 01, 2008

Sarı Öküz

Bu günlerde türbana karşı yazılan tüm yazılarda görebileceğiniz, azıcık duyarlı olan her blogda, her köşede rastlayabileceğiniz sarı öküz hikayesini bende bloguma taşıyayım.
Biz bu harbi 2007 temmuzda sandıkta kaybettik zaten. Üniversiteye türbanın girmesini kabul ETMİYORUM, EDEMİYORUM.

"Eski zamanların birinde bir otlakta öküz sürüsü yaşarmış..
Yaşarmış yaşamalarına ama civardaki aslanlar bir türlü rahat bırakmazlarmış onları...
Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye...
Öküz dediğin öyle yabana atılır bir hayvan değil ki, bir araya toplandılar mı kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları...
Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı... "
Herhalde bize bu otlağı terk etmek düşüyor" demiş aslanlardan birisi... "
Evet" diye tasdik etmiş diğerleri... "
Nereye gideriz" diye düşünürlerken "Bir dakika" diye bir ses duymuşlar gerilerden... Herkes dönüp bakmış sesin geldiği tarafa...
Sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz bir ferdi olan topal aslanmış söze atılan...
"Hayır" demiş, "Hiçbir yere gitmiyoruz...
Siz bana bırakın, ben hallederim bu işi."
İnanmamış kimse ona ama "Haydi bir şans verelim ne çıkar" diye düşünmüşler... * Topal aslan elinde beyaz bayrak gitmiş öküzlerin yanına...
Öküzlerin lideri olan boz öküz sormuş ne istediğini...
Topal aslan "Saygıdeğer öküz efendiler" diye başlamış lafa: "Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik...
Evet size defalarca saldırdık, ama niye biliyor musunuz? Hep o sizin aranızdaki sarı öküz yüzünden. Onun rengi gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Onu gördük mü ne kadar barışsever olduğumuzu unutup size saldırıyoruz. Bunların hepsi sarı öküzün suçu. Verin onu bize, siz kurtulun biz de barış içinde yaşayalım!.."
Boz öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş...
Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife...
Bir tek yaşlı benekli öküz "Olmaz" demiş ama kimseye dinletememiş sözünü...
Zavallı sarı öküz teslim edilmiş aslanlara...
Diğerleri üzülmüşler üzülmesine ama elden ne gelir ki!..
Bütün sürünün selameti için bir öküz...
Gerekliymiş bu...
Gerçekten de günlerce sürüye saldıran olmamış...
Huzur içinde geçer olmuş günleri...
Ama aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki? Hele öküz etinin tadını aldıktan sonra...
"Acıktık" demişler Topal aslan boz öküzün yanına giderek "Selam" diye girmiş söze: "Gördünüz ya biz aslanlar ne denli uysal milletiz. Yalnız buraya bunu söylemek için gelmedim. Büyük bir problemimiz var!.."
"Nedir?" demiş boz öküz merakla.
"Şu sizin uzun kuyruklu öküz" demiş topal aslan ve devam etmiş: "Öyle uzun bir kuyruğu var ki nereden baksak görünüyor. O kuyruğu salladıkça bizim de aklımız başımızdan gidiyor. Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Gelin verin onu bize bu mevzuyu burada kapatalım. Eskisi gibi barış ve huzur içinde iki taraf da hayatını sürdürsün..."
Boz öküz yine istişare yapmış sürünün ulularıyla.
Yine sadece benekli öküz olmuş karşı çıkan.
Hepsi de "Verelim gitsin" demişler.
İstişare daha da kısa sürmüş bu defa.
Dışlamışlar uzun kuyruğu sürüden.
Saatler sürmüş zavallının çırpınışları ama sonunda o da yenik düşmüş aslanlara.
Tekrar tekrar yinelenmiş bu olanlar. Her geçen gün daha da semirmiş aslanlar, alabildiğince güçlenmişler. Öküzlerse her geçen gün daha da zayıflamışlar, seyreldikçe seyrelmişler...
Aslanlar küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış.
Artık bir sebep bile söyleme gereği duymuyorlarmış..
"Verin bize şu öküzü sonra karışmayız" derlermiş sadece...
Zavallı öküzlerin "Hayır" diyebilecek güçleri kalmamış...
Hepsi birer birer can veriyorlarmış aslanların pençesinde...
Boz öküz de aralarında olmak üzere birkaçı kalmış en sona...
"Ne oldu bize, ne zaman kaybettik bu harbi aslanlara karşı, oysa ne kadar da güçlüydük?" diye sormuş biri boz öküze...
"Biz" demiş boz öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla titreyerek,
"Sarı Öküz'ü verdiğimiz gün kaybettik bu harbi!.""

Thursday, January 17, 2008

Dizi Dizi Diziler...

Bu ara dışarı çok çıkmamak, işlerin yoğunluğu, otel odaları sebebiyle yerli tv dizilerine merak saldım. Eskiden ne güzeldi, hiç izlemiyodum ve mutluydum. İşin kötüsü şimdi devamı için heycanlanıyorum... Peki ben neler izliyorum?

Bıçak Sırtı: Evlatlık alınan bir çocuğun gerçek babasıyla, onu alan babasının hikayesi. Dizideki herkes bıçak sırtında. Bence güzel şeyler olacak...

Yaprak Dökümü: O kadar acıklı ki, bu ara ağlamalarımın artmasını diziye bağlıyorum :)

Parmaklıklar Ardında: Kitap okuyomuş gibi. O kadar güzel, o kadar farklı bir hikayesi varki, bittiğinde damağımda kitap bölümü bitirmenin tadı kalıyor. Çok başarılı, mutlaka izlenmeli.

Hatırla Sevgili: Başta ne kadar da çok şey kaçırmışım meğer. Siyasi boyutun daha da yükselmesi diziyi daha da heycanlı hale getirdi.


Her biri birbirinden anlamlı olduğu için izlemek keyifli oluyor. Bu 4 diziyi de herkese tavsiye ederim. Kaçırırsanız bişi kaybetmiyorsunuz, şimdiden söyleyeyim :P

Thursday, January 10, 2008

Mevlana XI

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur,
Akıl unutur.

Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...

Thursday, January 03, 2008

Bloguma Mektup.

Canım blogum,
Sanma ki seni ihmal ediyorum. En sevdiğim ay olan Aralık'ı boş geçirdim, yeni yıl mesajı bile yayınlamadım, sanma ki artık seninle ilgilenmiyorum. Sadece bu aralar önceliklerde başka şeyler var, ama gerek pazarlama adına, gerek kendi adıma çok şey biriktirdim bu geçen günlerde.
Babam bel fıtığı ameliyatı oldu apar topar.. Onunla ilgileniyorum, zaman geçtikçe bana daha da düşkün oluyorlar, onları çok fazla yalnız bırakmak istemiyorum.
Adana infoyu bitirdim. Adana kebap kokan bir şehir ve nasılda sahip çıkmışlar kebaba anlatamam. Keşke her yöre elindekinin kıymetini bu kadar bilse. Adana'nın bana kattığı tek şey artık nar ekşisini daha çok seviyorum.
Bu arada Ülker Dünyanın en ünlü çikolatası Godiva'yı aldı. Ülkenin tüm önemli köşelerini yabancılara satmışken, değil Godiva'yı, Coca Cola'yı da alsa umrumda değil. .. Hiç değil...
İşler çok yoğun, sağlık önemli. O yüzden seninle ilgilenemiyorum, ama inanki seni, okuyanları, beğenenleri, eleştirenleri, herkesi, herkesi çok seviyorum...

Sunday, December 09, 2007

Doğum Günüm Kutlu Olsun;)

Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün hatalarım
Öğünmem bu yüzden
Bu yüzden kendimi özel önemli zannetmem
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün saçmalamam
Yenilmem bu yüzden
Bu yüzden kendime hala güvensizliğim
Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az
Yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman rengarenk
Geçici oyuncak zaferler
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün korkularım
Gururum bu yüzden
Bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden sonsuz endişem
Savunmam bu yüzden
Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem

Friday, November 23, 2007

Son günlerde...

Çok çalışıyorum. Ama gerçekten çook çook. Kafamda sürekli son tarihler, telefon görüşmeleri, koşuşturmalar, gece yarılarına kadar süren işler.... Hatta şöyle söyleyeyim, dip boya için vakit ayıramadığımdan saç rengimi koyulttum...Adana'ya bölge açıyoruz, İzmir dekini yeniliyoruz. Bu sebepten haftamın yarısı bu şehirlerde geçiyor. Geçen gün bir gün sabah İzmir'e, öğleden sonra Adana'ya gidip, akşam geri döndüm...
Uçak beni hala fena yapıyor, inip bindiğim gün asla toparlanamıyorum, etkisi diğer günlerde de sürüyor...

Yine diş sorunları yaşıyorum. Geçen gün birisi diş, nazardan ağrırmış dedi, doğru olduğuna kendimi inandırdım. Çok fazla nazara geliyorum...

Arkadaşlarımı özledim, ne zamandır görmüyorum...

Çok fazla okuyamıyorum, yazamıyorum, kurudum sanki...

Aralık ayı geleceği için heycanlanıyorum. Her yer süslenecek, doğum günüm olacak diye sevinirken, bir yılın nasıl bu kadar çabuk geçtiğine şaşırıyorum...

Yine çok hassaslaştım. Çok ağlıyorum. Herşeye, gördüğüm yaşlı teyzeye, uzaktaki mezarlığa, trafik kazasına, tabiki şehit haberlerine, pazar günü Bekir Coşkunun köşesinde bahsettiği köpeğe, herşeye, herşeye...


Bloguma sayaç koydum. Bu kadar olduğunu tahmin etmiyordum beni okuyanların. Hepinize çok teşekkür ederim :)

Tuesday, November 13, 2007

Basında Mine :)

Basında ... kelimesinin hikayesi uzun zamandr sürer aramızda. Bende bunu duyururken kullanayım istedim. Bakalım beğenecek misiniz?

http://cumaertesi.zaman.com.tr/?bl=7&hn=4939

Wednesday, November 07, 2007

Mevlana X

"İnsanın değeri nedir? Aradığı şeydir."
"Canında bir can var onu ara... Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara."

Tuesday, October 30, 2007

Herşeye Rağmen YaŞaSıN CUMHURİYET!

Bu Cumhuriyet Bayramında yine Bağdat Caddesindeki Fener Alayındaydım. Boğazda düzenlenen ışık şovlarına hayatta en çok sevdiğim havai fişeklere gitmedim. Çünkü Cumhuriyeti bir yandan çökertmeye çalışırlarken, diğer yandan göz boyama organizasyonlarına inanmıyorum. Bizler yıllardır olduğu gibi, bu senede aldık elimize bayraklarımızı, marşlarımızla yürüdük, Bostancıdan Göztepe ye kadar. Allah sağlık verdikçe, bu organizasyona katılmayı ve bayrağımla en önde yürümeyi düşünüyorum. Hatta şimdiden 100. yılın görkemi ve heyecanı sardı beni diyebilirim. Tabi Bağdat Caddeside ışığın ve lazerin gücünden payını almıştı. Yandaki resim Suadiye Garanti Bankasına ait. Ne kadar güzel süslenmiş değil mi? Yukarıdaki resimde de Kadıköy Belediyesi lazerle Türk Bayrağını duvara yansıtmış. Yıllarca olduğu gibi çok çoşkulu geçen bu bayramda sloganlar farklıydı bir tek. Bizler yıllarca hep Cumhuriyet sloganları atarken bu sene genelde hükümetle ve hükümetin politikalarına karşı sloganlar atıldı. Hükümetten de bu kalabalığı izleyenler olmuştur mutlaka, umarım verilen mesajları alırlar. Bir çok kalabalık ekip katılmıştı yürüyüşe. Ama en kalabalığı Biz Kaç Kişiyiz ekibi idi. Gerçekten kalabalıklardı, kalabalıktık. Öyle parmak hesabı yapılacak gibi değil, öyle kolayca yıkılacak gibi değildik, değiliz!

Mevlana IX

"Her insan büyük bir alemdir."
Mevlana

Monday, October 15, 2007

İçindeki Yabancı

Eveet bir bayram daha geldi, geçti. Bayramın herkese sağlık, huzur, mutluluk dolu günler getirmesi dileğiyle..
Peki ben bayramda ne yaptım? Dinlendim. :) Bayram gezmelerini saymıyorum, onlar zaten olması gerekenler. Ama uzun uzun evde vakit geçirdim, ailemle birlikteydim, bayram benim için güzel geçti yani.
Bayramın son günü de Jodie Foster'ın oynadığı İçindeki Yabancı filmini izledim Galleria'da. Galleria'nın sineması ne kadar şık, deri koltukları ne kadar rahat.. Uzun zamandır sinemada bu kadar rahat ooh ayaklarımı ister uzatıp, ister toplayıp film izlememiştim. filmin konusuna gelince Jodie Foster ve nişanlısı - tam da evlilik kararlarını aldıkları an- şehir eşkiyaları tarafından dövülüyor ve Foster'ın nişanlısı burada ölüyor. Bundan sonrasında da kendince şehirde kötüleri öldüren bir kadın halini alıyor Foster. En son olarakta nişanlısını öldürenleri öldürüyor, zaten öldürmese olayı takip eden dedektif onu yakalayacak ama o da Jodie ye yardım ediyor ve yakalanmamasını sağlıyor, film de orda bitiyor :) Güzel, etkileyici bir film, izlemek isteyenlere tavsiye ederim...

Thursday, October 11, 2007

Turkcell'e Bağlan Hayata!

Son zamanlarda tüm reklamlarına bayıldığım tek firma Turkcell.
İlk aldığm günden bugüne (neredeyse 9 yıldır) numaramı değiştim, tarifemi değiştim ama onu hiç değiştirmedim, açıkçası değişmeyi de düşünmedim. Diğerlerinden daha pahalı olduğunu biliyorum, ama seviyorum Turkcell kullanmayı.
Müşterisini doğru yerde yakalamayı bilen ve bağlılık yaratan marka, doğru zamanlarda doğru işler de yaparak insanların hayranlığını kazanıyor. Bugünlerde en sevdiğim reklamı Tarife Yumurtlayan Tavuk :) Reklamda çeşitli meslek gruplarından kişiler tavuğun karşısına geçiyor ve derdini anlatıyor, kimi ben çok konuşuyorum diyor, kimi sadece torunlarımla konuşuyorum. Tarife yumurtlayan tavukta bu kişiye uygun tarifeyi söylüyor. Tavuğun tipi resimde de görüldüğü kadar o kadar tatlı ki :) Bayılıyorum bana da yumurtlasın istiyorum...
Bu konuda yazmayı düşündüğümde eski Turkcell reklamlarını düşündüm. Celolar vardı, sonra Celonun ailesi çıktı, sonra Celocanlar.. Gerçekten bir çoğumuzu etkisi altına aldı bu reklamlar. Hepimiz hem melodisini bildik, hem de tek başına ülkenin büyük çoğunluğuna hizmet ederken kabul ettik Turkcell'i. Şimdi onu sevmeyen arkadaşlarımız bile numarasını verirken/verdikten sonra anti Turkcell diyerek onun reklamını yapıyorlar yine.
Yine bu yazıyı düşünürken, televizyonda Turkcell'in Türk Milli Takımı sponsorluğu için yaptığı reklamı izledim, Türkiye burada, yine kanımı kaynattı, tempo tutmamı, kanal değiştirmemi sağladı. Turkcell başarısını bu şekilde sürdürürse, işi gelecek yıllarda daha da kolaylaşacak demek.
Bilişim Fuarının da ana sponsoru Turkcell. Fuar hakkındaki tüm memnuniyetsizliğime rağmen, Turkcell standının güzel olduğunu söyleyebilirim. Peki merak ettiğim bu fuar Turkcell'e hala ilk yıllardaki gibi fayda sağlıyor mu, yoksa artık prestij meselesine dönmüş ve sırf o sebepten mi vazgeçmiyor Turkcell? Eğer bu konu hakkında bilgisi ve fikri olan varsa beni de aydınlatırsa çok sevinirim. Tabi sadece prestij için varsa ve burada onu belirtmek istemeyen yetkililer bana özelden de yazabilir :)
Son olarak gazeteyi açtığımda Türkiyenin en harika KSS Projesi olan Kardelenlerin ilanı vardı. Kardelenin hikayesini anlatmışlar, hem okula ilk başladığı günün, hemde mezuniyetinin fotoğrafını koymuşlar ve yaptıkları işten gurur duymuşlar... Bende onlardan gurur duydum. İlana bakarken tüylerim diken diken oldu. Aynısının tv reklamı da var, ona da rastladım tabiki.
Turkcell beni duygulandıran, harekete geçiren, güldüren, kısaca bir çok duyguma hitap eden markalardan biri. Bence Turkcell ülkenin en güçlü markası.

Nostalji

Dün gelen bir mailde ekliydi bunlar. Okumayı biz bunlardan öğrendik diyodu. Görünce o kadar duygulandım, beni o kadar eski günlere götürdü ki, paylaşmadan edemedim...

Wednesday, October 10, 2007

Çok Canımız Yandı...

Son bir iki haftadır 35ten fazla şehit verdik teröre. Çok canımız yandı. Ateş tabiki düştüğü yeri daha çok yaktı ama hepimiz çok üzüldük.. Umarım bunlar son olur. Türkiye sınırları içinde BÖLÜNMEZ bir bütündür. Parçalamaya kimsenin gücü yetmez.
Not: Bu konuda Türk Yazılı Basını olması gerektiği gibi duyarlı davrandı. Görsel Basından da aynı duyarlılığı göstermesini bekliyoruz.

Neden Yazamadım..


Offshore yarışından bu güne oldukça zaman geçmiş ben yazmayalı. Aylardan Ramazan olunca, daha bir sakinlik alıyor hayatı, benim blogumunda başına aynı şey geldi. Ramazandaki sakinliği geçirdi blogum, tıpkı İftar sonrası hareketlenmeye başlayan trafik gibi yavaş yavaş toparlanacak yine.
Hım bu süre içinde ben neler yaptım peki?
Adanaya gittim dün, oruç tutmadım seferiyim diye :) Adana da da balık yedim.. Kebapa alternatif olsun diye. Zaten bir süre Adana resimleri ve o yöreden haberler süsleyecek blogumu şimdiden söylemiş olayım.
Sevdiklerimle iftarlar yaptım. Ramazan ayının bereketiyle süslenen sofralarda yedim de yedim anlayacağınız :)
Bilişim Fuarına gittim. Fuar gerçekten bitmiş, artık düzenlenmesin bence, farklı iş sahiplerinden (Bilişim ile ilgili) bir kaç arkadaşımla konuştum ve hepsi fuarın verimsizliğinden bahsetti. Turkcell kocaman bir stand kurmuş ve fuara da adını verdiği hak ettiği şekilde çok başarılıydı, buna başka bir postta değinicem, avea 8. salonu almış, Digitürk 9. salondaydı. Digitürkün standı da çok başarılıydı, hele bir de standa şu reklamlarında kullanılan koltuğu koymuşlar ki, o standdan hiç çıkmak istemedim. Vestel'in büyük bir standı vardı ama inanın uğramadım bile, beğenmedim. Bence Bilişim Fuarının geldiği durum üzerinde oturup tartışılmalı ve tekrarının nasıl olacağı konusunda kesin bir karara varılmalı. 3 - 4 sene önce düzenlenen fuarlarla alakası kalmamış. Bana tek artısı uzun zamandır görmediğim Aslı'cığımı bir kaç dakika da olsa görmek oldu.
Ve
Offshore u geçirdik işte, en son postta kaldığım gibi, güzel bir yarış oldu, gelenlere tekrar teşekkür ederim.

Friday, September 28, 2007

Offshore Final Yarışı

Yıl boyunca belirli dönemlerde peşinden koşturduğum teknemiz bu hafta sonu Caddebostan'da yarışıyor. 11 takımın yarıştığı son ayakta biz iki adet Franke teknesiyle yer alacağız. İkinci teknemizde yarışa renk katan iki bayan yarışacak. Bu heyecan dolu aktiviteyi kaçırmamanız dileğiyle,

Tarih: 30 Eylül 2007
Saat: 14:00 - 15:00
Yer: Caddebostan Plajı yanı

Bekliyorum...

Thursday, September 27, 2007

Facebook Çılgınlığı...

Gelen bir çok davetiyeyi onaylamadım başlarda.. İnsanlar çılgınca delimisin, yeni sosyalleşme ortamı dediler, ben ki Yonja'ya kardeşim ve kuzenlerim sebebiyle dahil olmuş, Çember.net'te yeterince sosyalleşmiş, günlük hayatında gerçekten sosyal olan biri olaraktan internette daha fazla sosyalleşmek istemiyordum. Ama Mahalle Baskısına daha fazla dayanamadım ve üye oldum Facebook'a. Beni en kolay kandırdıkları bölüm tanımadıkların zaten gelemiyor, profiline bile bakamıyor cümlesi oldu. Çünkü sadece meerhaba, selam yazarak listeme girmeye çalışan insanlardan açıkçası hoşlanmıyorum. Eğer biriyle tanışacaksanız ona söyleyeceğiniz bir şeyler olmalı...
Üye oldum ama çokta fazla kullanmıyordum. Taa ki Murat'ın senin başına bir şey mi geldi Facebookta sayfana yazmışlar" cümlesine kadar. Yaşadığım, "kim ben mi aaa kim yazmış, nası yani facebooka öle şeyler yazabiliyormusun? E ben hiç kullanmıyorum" şaşkınlığı içinde biraz daha aktif olayım diye daldım artık Facebook alemine. Kimleri bulmadım ki, kuzenlerim, liseden arkadaşlarım, blogger arkadaşlarım, gerçekten herkes ordaymış ve gerçekten yabancı kimse gelmiyor...
Bu arada Facebook'a daha önce Yahoo'nun talip olduğunu ama alamadığını şimdi Microsoft'un satın almak istediğini öğrendim. Bu durum sahibine milyarlar kazandıracak tabiki.. Bakalım internet daha kimlere, ne kadar paralar kazandıracak ve bizler daha hangi sanal sosyalleşme ortamlarına dahil olucaz...

Fatih'te İçki Arar Mıyız?

Sevgili Nur Çintay'ın Radikal'deki yazısını taşımak istedim buraya. Çünkü içinde bulunduğumuz durumu o kadar iyi anlatıyorki. Bu hale geldik, bu hale getirildik, her birimiz bu günler de başka ülkede yaşıyoruz sanki.

"Fatih'teki bir alışveriş merkezinin içki reyonu, ramazan diye beyaz kâğıtlarla perdelenmiş, hakikaten sakil bir görüntü. Hürriyet de bunu "Mahalle baskısının fotoğrafı" diye manşet yapmış. Son zamanlarda beslenmelerini damardan serum şeklinde korku alarak sağlayanlar da "İşte!" diye okumuştur eminim, "İşte boşuna değil endişem."
Sanki sadece ben bu ülkede 40 yıla yakın zamandır yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Yeni başlayanlar için: Bu ülkede uzun yıllardır bazı ünlü kebapçılar ramazanda içki vermez. Bazı yine ünlü kebapçılar, iftar saatinde içki servisi yapmaz. Pek çok lokanta ramazanda kapatır, tadilata girer. En laikçi marketler zinciri, hurma, zeytin ve pastırmayı öne dizdiği dekoruyla kendinden bir iftariyelik deposu çıkarır. En Kemalist pastaneler birer pide ve güllaç merkezine dönüşür. Bu ülkede pek çok kişi, sadece Anadolu'da, İstanbul'un sadece Fatih'inde ya da Üsküdar'ında değil pek çok semtinde, ramazan ayında sokakta şapırdatarak bir şeyler yemeye çekinir. Bizde en işi olmaz sandıklarınız bile latan Müslüman'dır.
Bu ülke nüfusunun çoğunluğu, ramazanda meyhaneye gidip zil zurna sarhoş olmaktan imtina eder. Utanır. Dahası: Normal hayatta içki içen pek çok kişi ramazanda zaten içmez; keşke bir alkol tüketim takvimi yapılsa da görsek. Bu, son birkaç ay değil, AKP'nin hükümette olduğu son beş yıl değil, hep, en azından benim sağlıklı hatırladığım 30 yıldır böyledir.
Hürriyet'teki haberin devamı şöyle zaten: "İsteyen müşterilerin kâğıtları kaldırarak alkollü içki alabildiklerini öne süren alışveriş merkezinin yetkilileri, önceki ramazan aylarında içki satışı yapılmadığını fakat bu yıl böyle bir uygulama başlattıklarını söylediler." Kaldı ki zaten kafadan içki satışı yapmayan pek çok yer var. Kaldı ki burası Fatih. Bin yıllık Fatih'e de mi bir 'for beginners' parantezi açmak lazım? Şerif Mardin'in 'mahalle baskısı' kavramına verecek örneğimiz bu mu yani? Lagavulin'i, Laphroaig'yı ne zamandan beri Fatih marketlerinde bulmayı bekliyoruz? Cointreau'yu, Havana Club'ın Anejo Oro'sunu da Üsküdar'dan mı temin edeceğiz? Ki olabilir! Motor iskelesinin karşısında, Kanaat Lokantası'nın bitişiğindeki markette, kasanın yanında inanılmaz postişler satılıyor!
Sarı, siyah, kestane, düz, bukleli, kıvırcık...
'Korku' bir CV maddesi oldu.
Korkuyor musun, ha neyse, tamam, beyaz Türk'sün, sosyal ilişkimiz sürebilir. Korkmuyor musun, nasıl yani, kapatılmaktan, Malezya olmaktan, hayat şartlarının değişmesinden, engellenmekten korkmuyorsun, ya geri zekâlısın ya da 'onlardan'.
Miting zamanı çok geliyordu bu mail'lerden, şimdi gene arttılar: Bir Boğaziçili olarak korkmamanızı hiç anlamıyorum... Bir Üsküdar Amerikanlı olarak korkmamayı size hiç yakıştıramadım... Bir Bağdat Caddeli olarak korkmamanız inanılır gibi değil... Bu dönemde 'modern', 'çağdaş' bir kadınsan, evvela korkmalısın. İngilizce bilmek gibi bir şey şu anda korkmak. Nasıl yani, korkmuyor musun? Bu zamanda? Allah Allah, derdin ne? Bahanen? Mazeretin? Korkmamak, bir özür, bir kabahat. Sende bir gerilik olduğuna işaret. Bir saflık. Ya da doldurulmuşluk. Satın alınmışlık. Tabii ya, 18 yaşındayım ve Adnan Hocacıların çengeline geldim. Tabii ya, iki bedava pide ısmarladılar, AKP'li oldum. Korku, son zamanların en şık etiketlerinden. Tiptop bir tayyör, marka bir çanta, havalı bir diploma... Korku kız kardeşliğinin dışında mı kaldın, geçmiş olsun..."

Tuesday, September 25, 2007

Çık Aramızdan

Kötü bir filmdi. Hemde uzun zamandır izlediğim en kötü film. Tipik amerikan romantik komedisinin yavan haliydi. 1.5 saat düşünceleri yorgunlukları aldı işte. Benim seçimim olduğu için çokta yorum yapmak istemiyorum, sonuçta ortada da bir emek var di mi ama :)
Birbirini çok seven Ben ve Sadie evlenmeden önce nikahlarını kıydırmak istedikleri kilisenin papazının evlilik kursuna yazılırlar. Sadie nin tüm kurallarını titizlikle uyguladığı bu kursu Ben çokta ciddiye almamaktadır. Nitekim kurs etkisini gösterir ve aralarında tartışmalar başlar. Düğünden bir gün önce provada ayrılan çift yine pederin çabalarıyla tekrar barışacak ve Jamaika da evlenecektir.
Jamaika çok güzel bu arada, ben de gitmek istiyorum...

Monday, September 24, 2007

Mevlana VIII

Gel, gel, ne olursan ol yine gel..

İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel...

Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Çok şükür ki ayağım iyileşti, bir kaç gün basamamaktan sonra, şimdi iyi sapasağlam buralardayım yine. Evet problem ayağımdaydı ama insanın neresi acırsa canı ordaymış ya işte pek ilgilenemedim o yüzden buralarla..
Mügenin okulu başladı, gitti. Ramazan geldi, sevdiğim huzur ve ibadetle geçen o bir ayı sürüyoruz, iftar gezileri başladı :) ve geçen hafta İstanbulda Marketingist vardı.
Gittim...
Notlarımı ve yazacaklarımı çok yakında paylaşacağım.

Monday, September 10, 2007

:( Görünmez Kaza

Perşembe günü başıma gelen görünmez kaza sebebiyle bir müddet yatıyorum.
Neden yazmıyorsun diyenlere duyrulur.
Sevgiler,

Wednesday, September 05, 2007

Onlar erdi muradına...

Yıllardır onların aşkına şahidiz biz. Okulun ilk yıllarında başlamıştı, bugüne kadar da sürdü. Pazar günü de evlendiler sonunda :) Dilerim hep böyle mutlu olurlar canım arkadaşlarım. Darısı diğer evlenmek isteyenlerin başına...