Sunday, August 31, 2008

Ayvalık ve iki film, bir konser...


İşte mühtiş bir kadın ya. kim inanır 62 yaşında olduğuna. Birbirinden güzel yepyeni şarkıları olan Aynen öle ve Flu gibiden sonra bir de Vitrin i söyledi ki, tüm bekar ve yalnız olduğu anlaşılan kızlar hep bir ağızdan bağırmaya başladı.
"kendimi sakladım görmeyiii bileeeeenleeereeeee, vitrinime değillll iklimimeeee gelenleereeeee..."
az slow söyleyip, eski yeni tüm şarkılarıyla orayı dolduran herkesin kanını kaynatan, aç karnına 2 saat oynadığımız bir 2 saat için de hazır olduğumuz bu konserin bir de sürprizi vardı kiii, Kenan Doğulu gelmiş, Ajda ile önce Yağmur Öncesi gibi de düet söylediler ki, harika.
Bir de Kenan'ın rüzgarını dinledik ikisinden. Kuruçeşme arenanın o güzel manzarası, Ajdanın müthiş performansı ile birleşinceee, yazın en güzel konserlerinden birini geçirmiş olduk.
*******
Çok uzun zaman sonra evde oturunca hadi film izleyelim dedik Mügeyle ve iki tane birbirinden güzel film izledik. Biri buram buram aşk kokan P.S: I Love You, ki İrlandalı adamların ne kadar yakışıklı olduğu bir kez daha kanıtlanmış oldu. Beyin tümöründen ölen kocasının yazdığı mektuplarla hayatını toparlayan bir kadının hayatını anlatan bu güzel aşk hikayesini bence tüm kadınlar izlemeli.
İzlediğimiz diğer film ise Persepolis idi. Film İran devrimini yaşayan bir kızın hayatını anlatıyor. Ailesinden bir çok kişiyi devlete karşı geldiklerinden kaybeden kızın ahlak polislerine, yeni rejime ve yaşananlara bakış açısını anlatan film de bizim de son günlerde yasaklanan içkilerimize sokakta gördüklerimize o kadar benzer ki, laikliğimiz için gittikçe daha çok endişe ettiğimiz şu günlerde bence ulusal kanallarda yayınlanması gereken bir film.
***********
Aşağıda göreceğiniz Yunanistan gezisinden sonra Ayvalık hasretiyle daha fazla yanıp tutuşmaya dayanamayıp kendimi Cuma akşamı otobüse attım ve evet cumartesi sabahı bizim koyda denizdeydim. Bütün gün şezlongda uyudum, dinlendim, yüzdüm, pazar sabahı da yüzdüm öyle geldim ki, insan iki günde bu kadar mı yenilenir ya, Ayvalık böyle bir yer işte :)

Sunday, August 17, 2008

Atina


Gemi gezimizin son durağı Atina olduğundan bizim için Atina da inmek, bir yandan da tatilimizin sonunun geldiğinin göstergesiydi. Atina da tura katılmayıp, kendimiz gezmeyi tercih ettik ve metroyla direk Monastrakiye gittik. Akropol bu durağa çok yakın. Tam yürüyerek yukarı çıkacaktık ki, oradaki açık treni bulduk. 6 €luk bu tren 5 saat boyunca istediğiniz kadar binmelikti, bizde mavi akbil muamelesi yapıp, onunla önce akropole çıktık.
Turistlerin Efes e nasıl hayran kaldıklarını şimdi daha çok anlıyorum. Atinanın en büyük simgesi Akropol bizim Efes'imizin 1/3 ü kadardı. İlk olimpiyat stadı, ilk anfitiyatro etkileyiciydi ama dediğim gibi ben orayı beğenen tüm turistleri Türkiye'ye davet ettim.
Yunanistanda en çok dikkatimi çeken şey ise ölüleri için yaptıkları idi. Özellikle trafik kazalarında ölenlerin öldükleri yerde yol kenarına resimde de göreceğiniz gibi bir küçük kilisecik yapmışlar, içerisine ise zeytinyağında mum koymuşlar, her ölüm yıldönümünde o mumu yakarak, ölülerini anıyorlarmış.
Trenimizle şehir turu yaptıktan sonra Yunan Beyoğlu'su Plaka'ya gittik. Beyoğlu gibi değil de daha çok turistik hediyelik eşyaların satıldığı bir yer diyeyim. Orada bizim dönerimizi Gyros adıyla yedik ve dolaştık. Sonra tekrar metro ile Pire limanına gemimize geldik.
Böylece keşifle, keyifle, eğlence ve neşeyle geçen bir haftamızda bitmiş oldu.

SanTorini


Adanın yarısından fazlasının deprem sebebiyle sular altında kalmasından dolayı yoğun kayalıklardan gemi sahiline yanaşamayınca Santorini'ye botlar ile çıkmak zorunda kaldık. Gemimizin düzenlediği Oia ve Fira köyü gezilerine katılmaya karar vermiştik ki, iyiki katılmışız, başka türlü Santorini'yi gezemezdik. Gerçi bu 50 €luk tur sadece ulaşımımıza yaradı ya, neyse.
Santorini volkanik bir ada ve volkanların buradaki hareketi hala sürmekte. Turun ilk durağı Oia köyü o meşhur Santorini manzarasının çekildiği yer. Kaldera bölgesi olarak anılan yer, gerçekten görülmeye değer. Daha sonra Fİra uçurumuna geldik ki burada limana inebilmek için ya teleferiğe, ya eşşeğe binmek ya da eşşeklerin indiği merdivenlerden yürümek gerekiyor. Biz basamaklı yolu tercih ettik ve eşşeklerle yanyana inerken, eşşekler bir yandan da çıkarken, o koku içerisinde yürümek oldukça keyifliydi :)
Santorini için söylenen bir laf varmış ki gezince doğruluğunu daha çok anladık.
"Santorini'de sudan çok şarap, evden çok şapel ve insandan çok eşşek vardır."

Adanın manzarası gerçekten paha biçilemez, fakat abartıldığı kadar değil.
Akşamüstü tekrar botlar ile gemimize döndükten sonra gemimizden Santorini de güneş batışını izledik. Santorini o taraçalı volkanik arazileri ve masmavi şapelleri ile anlarımızdaki yerini aldı.

Girit


"Hakkında yazılan onca şeye rağmen görülecek çok şeyi yok." demişti rehberimiz Girit için. Gerçekten de öyleydi. Küçük, sakin bir kasaba olan Girit bence Ayvalık'ım gibiydi. Gemiden indiğimizdan hemen limandan başlayan 7€ luk 35 dakika süren Girit Turu biraz da bu sözün haklılığını gösteriyordu. Varolan tek tarihi yerleri Knossos Sarayını görmek yerine plajı tercih edince bizler; Girit bizim için müthiş mezeleriyle, süper cafelerin olduğu yer olarak kaldı. Adanın hemen yakınındaki Aya Nikola gölünün güzel manzarası, mavi bayraklı plajları güzel deniziyle Girit, turumuzun en sessiz adasıydı.

Rodos


Rodos, Rodos, Rodos. En güzel adanın Mikanos olduğunu söyleyenler halt etmişler ve daha henüz Rodos u görmemişler. Daha limanından başlayan o tarih, kentin tüm alanlarında nasıl kokuyor size anlatamam. Oniki adanın başkenti olan, Antik Yunan'a, Osmanlılara ve İtalyanlara ev sahipliği yapan, Katolik dininin koruyucuları Şovalyeleri yıllarca yaşatan Rodos'a hayran olmamak mümkün değil.
Gemimizin düzenlediği 50 €luk tur ile ilk olarak Lindos da başladı Rodos turumuz. Lindos; Antik Yunan akropolü ile kalan ve daha sonra şovalyelere kale olan, adanın diğer ucundaki antik bir kent. En tepesine tırmanmak biraz zor olsada tepede izleyeceğiniz manzara için çıkılmaya değer. Lİndos^'un tepeden izlenen o koyları kesinlikle koy koy gezeceğiniz bir tekne gezisi için ideal. Turizmin aşırı geliştiği adanın merkezinde sur içinde kalan yerde Osmanlı'dan kalma Süleymaniye Cami ve şövalyelerin kilisesi yanyana.Şövalyeler sokağında ise hangi ülkeden geldilerse ayrıca toplandıkları yerler yine bu eski Rodos içerisinde.
Öğleden sonramızı da plaja ayırdıkki, çok doğru bir karar vermişiz, Elli Plajı çakıl taşlarından oluşan kumsalı, masmavi deniziyle o kadar şahaneydi ki zorla çıktık sudan.
Rodos'un eski şehrini tekrar gezdikten sonra Mandraki limanındaki 3 değirmeni gördük ve gemilerin demirlediği liman kenarındaki kum plajda da bol bol yüzdük. Türk-Yunan ayrımının Osmanlı da nasıl birleştiğini en güzel anlatan ada olan Rodos'u bir daha daha uzun tatil ize tekrar ziyaret edeceğim.

Patnos


Bu sempatik Yunan Köyü en sevdiğim filmlerden biri olan 'yüzbaşı Corelli'nin Mandoli' filminin çekildiği yere çok benziyordu. Kendimi Penelope Cruz gibi hissettim, Hatişte Nicolas Cage di sanki :)1.40 € dan bindiğimiz otobüslerle adanın en yüksek yeri olan Saint John Manastırına çıktık. Tipik katolik kiliselerine benzeyen bu manastırda freskler deki ihtişam görülmeye değerdi. Daha sonra Manastırın yer aldığı Hora tepesinden geminin bulunduğu Skala limanına 4.5 km lik bir patika yoldan yürüyerek indik. İnerken sonradan kiliseye çevrilen Apocalipt (adı böyleydi sanırım tam hatırlayamadım) mağarasını gezdikten sonra Cafe ve hediyelik eşyalarının olduğu merkeze indik. Patnos'un meşhur frappesinin tadına baktıktan sonra bu küçük adaya hayran kalarak oradan ayrıldık.

Mikanos


Dışarıdan bakıldığında Bodrum ile Bozcaada karışımı gibi gözüken Mikanosu ilk düşündüğümde bu kadar çorak olduğunu düşünmemiştim. Mikanos, Apollo ile Artemis'in doğum yeri olan Delos adasına çok yakın. 1950lerde ilk önce hipilerin keşfettiği sonrasında turistlerin gelmeye başladığı Kyladik adalar grubuna bağlı bir Yunan Adası olan Mikanos da gemiler Turlos limanına yanaşıyor. Turlos'dan ada merkezine gitmek için gemide satılan otobüs biletlerinden aldık ve adanın merkezinde de rehberlerimizin düzenlediği bir yürüyüş turuna katıldık.Bu turda osmanlılara karşı ilk direnişi yapan Bayan Martanın heykelini, Ordadoks kiliselerini ve tabiki değirmenleri gördük. Adanın maskotu olan artık yaşamayan ama yerine Atina hayvanat bahçesinden getirilen pelikanlar olan Petros'la da tanıştık tabiki. Adanın hem yakın yerlerinde hem de merkezinde olan bu değirmenler eskiden diğer adalar içinde buğday öğütüyormuş. Adanın merkezinde Küçük Venedik (Little Venice) olarak adlandırılan gün batımının da şahane izlendiği bir yer varki, sırf bunun için Mikanos'a gitmeye değer diyebilirim.
Günün devamında gidişi biraz eziyetli olsada (kalabalık ve gidiş yolu sebebiyle) Paradise Beach e gittik. Adadaki bazı hippiler burada denize girerken mayo giymeyi reddediyor(muş), ben giymeyeni görmedim ama aşağıdaki eğlencenin yaşandığı Mikanos'un pek bana göre olmadığını anladım :) Mikanos hem çok güzel kadınların hem de çok yakışıklı erkeklerin bir arada olduğu bir ada. hiç mi çirkin olmaz, ben görmedim diyebilirim. Herkesin birbirine "Where are you from?" diye sorduğu ,24 saat uyumayan Mikanos da insanlar birbirleriyle tanışıp, gündüzün gecenin tadını çıkartıyorlar.

Cristal Gemisi ile 6 gece/7 gün


Turu satın almaya o kadar son dakika karar verdik ki, biraz daha geç kalsak daha önceki yaşadıklarımız gibi gemiyi bile kaçırabilirdik yine.
18:00 de kalkacağı duyrulan Cristal gemisi için biraz erken saatte 12:00 de iskeledeydik. Pasaport işlemleri sebebiyle gemiye erken aldıklarından ufak bir gemi turu sonrasında da vaktimiz olduğundan çıkıp ufak bir Kabataş turu yaptık. Atina'dan geç kalktığı için İstanbul'dan da geç kalkan gemi, akşam yemeği ertesinde Salı Pazarı limanından ayrılırken, arkasında bıraktığı köprü, galata ve kız kuleleri o kadar büyüleyiycidi ki, bu şehre aşık olduğuma bir kez daha karar verdim. İStanbul manzarasına dalıp, göz yaşlarımı tutamazken ben, 7 gün sürecek bu keyifli yolculuğa başlamıştık aslında. Bu tatili araştırırken sitelerinde ayrıntılı bilgi veren Haluk Abi ve Bay Punto ya çok çok teşekkür ederim. Gemide rehber kadar ben de bilgiliydim. Gemi çok keyifli bir yüzen otel aslında. Duty Freesinden Casinosuna, diskosundan show center ına kadar hiç sıkılmadan vakit geçireceğiniz bir eğlence mekanı. Başta sallar mı, midem bulanır mı diye düşünüyorum ama ortam, küçük artçı sarsıntıların yaşandığı bir ev gibiydi aslında.
Gemide her akşam bir eğlence vardı ki, bunlardan ilki Newyork to Paris idi. Sonra bir akşam Yunan gecesi yapıp, Oopaah nidaları ile coştuk ve en son gecesi Latin Danslarında sahnede yerimizi aldık.
Gemideki tek eksiklik havuzdu aslında mevcut havuz çok küçük ve cafenin yanında olduğundan pek kimse girmiyor, neticede 900 yolcusu olan geminin 400 kişilikte bir crew u var.
Çok tatlı bir Kıbrıslı aileyle tanıştık gemide ve tabiki Metin abi ile sevgili eşiyle. Bu çekirdek kadro bize bir hfta boyunca yetti de arttı.
Cristal'e binerseniz sabahları mutlaka pankek ile çilek reçeli yiyin, tadı damağımızda kalan çilek reçelini 7 gün boyunca doymadan yedik biz :))

Monday, August 11, 2008

'Buzlu Çay' sensiz içilmez ki :(


Bir yıldır yakalandığı kötü hastalıkla mücadele eden canım arkadaşım Beyzah'ı kaybettik.
Çok üzgünüm :(

Friday, August 01, 2008

Harbiye Açık Hava Tiyatrosu Yenilenmişşş!

Belediyenin kocaman kocaman afişlerle duyurduğu yenilendi yazılarını görmüşsünüzdür. 61 yıldır yenilenmemişte, şimdiki belediye yapmış da... vs.
Peki ben gittim neden bir yenilik, bir farklılık göremedim. koltuklar bir kaç yıl önce yapılıştı zaten. Tek fark büfelerin işletmesinin değişmesi mi? Tuvalete gitmedm ama bu yenilenmeyle oranın da paralı olduğu söyleniyor. Zaten Harbiye vadisindeki çalışmalar sebebiyle Açıkhavaya giriş sorunlu. Bu ne yeniliği hiç bir şey anlamadım. Yarın bu kez Candan Erçetin'deyim. Tekrar bakacağım, bir farklılık var mı diye. Bu herkesin dikkatini çekmiş olmalı ki, 27 Temmuz Hürriyet Pazar daki yazısında Kültürazzi de bundn bahsetmişti. Ee peki bunda gerçekten değişiklik yoksa belediyenin her astığı afişteki icraatları yalan mı?
Ben hepsini kontrol edemem ki, lütfen sayın belediyem, bizim de işimiz gücümüz var, ne yapıyosanız onu yazın, gönülden inanalımmm...