Tuesday, July 20, 2010

Ses Yasağı

Yasağın her türlüsüne karşıyım ben.. Tabi eskiden daha sertti bu karşılıklar ama zaman geçtikçe her yasak mantık çerçevesinde daha kabul edilebilir hale geliyor..
Önce sigara yasağı gittiğimiz mekanları ferahlatınca oh dedim ya, burnuma burnuma üflenmeden rahat rahat geçirebileceğim akşamlarımı. Gerçi sonra arkadaşlarımın bir kısmının dışarda, bir kısmının içeride zaman geçirmesinden, sohbetlerin daha çok sigara içilen alanda keyiflenmesinden dolayı, sigara yasağı tüketilip,artık mekanlarda da içiliyor olması eskisi kadar rahatsız etmiyor sanırım beni.. Bir dönem yasaklı geçti ya ondan heralde..
Son olarakta İstanbul'da mekanlara ses yasağı geldi ya bununla ilgili ilk deneyimimi geçen Cumartesi akşamı yaşadım. Yemekte arkadan arkadan gelen müzik, rahat sohbetinize imkan tanırken ilerleyen saatlerde boğaz kenarına çekilen perdelerle ses izolasyonu sağlanması, tahmin ediyorum ki gerçekten yararlı oluyor.
İçerken ve dans ederken yanınızdakiyle rahatça konuşabiliyorsunuz, müziğe yoğunlaştığınızda da gayet yüksek bir sesle eğlenebiliyorsunuz.. Hiçte abartıldığı gibi değil ama tabi bu benim sevdiğimden, ben öyle çok bangır müzikte eğlenemiyorum...

Gerçi hani 9 da başlayacağı ilan edilipte mutlaka 9u geçe başlayan konserlerin 12 de kesin olarak bitirilmek zorunda bırakılması da ayrı bir konu şimdi, zaten geç başlamış, o zaman geç bitmeli ki, gittiğimize değmeli..
Tabi biz herşeyi kişiselleştiriyoruz, bütün yasaklar biz de değişiyor, bakalım bunlar nasıl şekil alacak, hep birlikte göreceğiz.

Bir de unutmadan Vuvuzela'yı da yazmak isterim buraya, Güney Afrika'da gerçekleşen 2010 Dünya Kupasında ortaya çıkan ve sivrisinek vızıltısını andıran Vuvuzela tabiki benim favorim..

Wednesday, July 07, 2010

Tatilim geldi...

Bu yıl benim dolaylı teyze ya da hala olma yılım. Çevremdeki hamilelerin karnındaki bebekler, yavaş yavaş bu dünyaya gelmeye başladı. Adımın yanına eklenen bu sıfatlar ürkütmüyor değil hani. Beni büyütecek tek şeyin benden sonra bir neslin gelmesi olduğunu tahmin edemezdim ama Alara ile başlayan bu akım, beni daha çok düşünmeye, nerde olduğumu, ne yaptığımı sorgulamaya itti.
Depresyona mı giriyorum ne :) Bunda Temmuzun ortası olmuş olupta ayağımın hala denize değmemiş olmasının etkisi de büyük tabi, ne kadar dayanabilirim bilemiyorum, yüzmek istiyorum!
Deniz, güneş, kum istiyorum. Minder, hamak, limonata sonra.. Okumadığım kitapları okumak, seyredemediğim dizilere bakmak, boş kalmak, düşünmemek, uyumak, uyumak, uyandığımda güneşi hissetmek istiyorum... Gördüğüm bir arının çiçeğe konuşunu seyretmek, çiçekten poleni alış anını yakalamak, tek derdimin polenin bala dönüşüp dönüşemeyeceğini düşünmek olmasını, çimlerde yalınayak gezerken çimleri sulamayı, bisiklete binip, boş bulduğum salıncakta sallanmayı, denizi izlemeyi, uzaklara bakıp dalmayı, hepsini, hepsini istiyorum. Ayvalık'ım depreşti, Bozcaada'm sonra, İğneada'da olabilir, hiç gitmediğim halde Kaş'ı da seviyorum, sonra Alaçatı olur, ne bileyim, Marmaris, Datça, Fethiye... Hepsi hepsi kabulüm :)Hep İstanbul yazın da çok güzel derdim ama bir yere kaçmadan o güzellik fark edilmiyormuş. Allahtan uzun uzun yağmurlar yağdı da, bu hal ve gidişat biraz daha katlanılır hale geldi. Hayır bir de Ağustos'un hemen başı ramazan. O da beni panikletiyor tabi, sanki artık hiç zaman kalmamış gibi hissediyorum. Yüzmek istiyorum, evet kesin kararım bu, yüzmek... Bakalım ne kadar dayanabileceğim!..