Friday, October 23, 2009

Ünsal Hoca'yı kaybettik..

Ahmet Hakam o kadar güzel anlatmış ki, tanıyomuydu bilmiyorum.
Ben, devam zorunluluğu olmayan okulumuzun derslerinde iğnenin atılamayacağı kabalıkta yer alabildiğim için, iletişim camiasının şanslı insanlarınadn biri olarak ve yurtdışında olduğumdan kaçırdığım son görevime için için hala üzülerek, bu yazıyı buraya taşıyorum.

"Ünsal Oskay kimdi?

““KAFA dengi hocalar nesli”nin son temsilcisiydi...
Yıkanmak istemeyen çocuklar olalım” diye kitap yazdı...
“Tek kişilik haçlı seferleri”nden söz etti...
Sigaraya vurdu kendini...
Sıkı küfür etti...
İletişimin profesörü değil, ağa babasıydı...
Öğrencilerine verdiği en şahane dersi, “Hayatının öznesi ol” cümlesine gizledi...
Türkan Şoray’ı çok ama çok sevdi...
Sezai Karakoç “ellerinden belli olur bir kadın” deyip Judy Garland’ı överken, o tuttu “ayaklarından belli olur bir kadın” deyip “Ajda’nın ayakları”nı övdü...
Türbanın nefret simgesi olduğu dönemlerde türbanlı öğrencilerine, başlarında türban yokmuş gibi davranmasını bildi...
Rus kadınlarını ve Rus klasiklerini çok sevdi...
Kahve falına baktı...
Popüler kültüre sağlı sollu yumruklarla girişti...
“İşinden memnun değilsen her şeyi bırakıp bir kıyı kasabasına yerleş” diye öğüt verdi...
Öğrencilerine platonik aşkın değil gerçek aşkın raconunu öğretti...
Dalgacının tekiydi...
Hiçbir şeyi ciddiye almayacak kadar ciddi bir adamdı...
Sonuna kadar eşitlikçiydi...
Vicdanına sonuna kadar güvenilecek biri oldu...
O ölünce vicdan da ölmüş sayıldı...
ALLAH RAHMET ETSİN...
Ahmet HAKAN - Hürriyet"

Gizli Oturum - Jean Paul Sartre

Dün akşam Kadıköy Haldun Taner Sahnesinde Jean Paul SARTRE'ın Gizli Oturum'unu seyrettik. Oyun Sarter'ın varoluşçuluk felsefesinde insanların ruhlarını ve hayatlarını sorgulayışlarını anlatıyor.Cehennem de aynı odaya konan Garcın, Estelle ve İnea önce birbirlerinden sakladıkları sonra da itiraf ettikleriyle oyunu sürükleyici kılıyor. Özellikle televizyondan tanıdığımız Özge Özder, Gizli Oturum'da çok ama çok başarılı...

Tuesday, October 13, 2009

Once upon a time in New York..

Bu seneki hedeflerimizden biriydi aslında Yeni kıtaya gitmek ama bu kadar kolay olacağını hiç birimiz tahmin etmemiştik. Belirli tarihler arasında ciddi bir avantaj sağlayan Lufthansa'nın kampanyası da
eklenipte karar vermek ve bileti almak için bir günümüz olunca, apar topar tarih seçmek durumunda kaldık, ki çok da iyi yapmışız, bugün olsa yine seçerim, hatta elimden gelse daha da uzun kalmak isterim :)
Uçak biletimizi alınca, ilk iş hemen konsolosluktan randevu ayarladık ki bu öyle kolay bir iş değil, önce İşbankasına 20 $ yatırmanız ve bu yatırdığınıza karşılık PIN numarası almanız gerekiyor, bununla ancak konsolosluğu arayıp görüşme için randevu alabiliyorsunuz. Ve o randevuya kadar uçak biletiniz, kalacak yeriniz, 131 $ Fortis'e yatırılacak vize ücretinin yanında, üzerinize ya da ailenize kayıtlı tüm tapular, çalıştığınız iş yerinin belgeleri hazırlayıp, yapacağınız kendinden emin görüşmeyle orada kalmayacağınıza inandırmanız gerekiyor konsolosluk görevlisini. Bununla da yetmiyor, vize almanız aslında ülkeye tam girişinizi garanti etmez diye bir evrakla ulaşan pasaportunuz sizi daha da tedirgin ediyor.
Kalacak yer içinse açtık hostels.com'u dedik ki, nerede kalmalıyız? Central Park'a yakın olsun yani 50 ile 65. caddeler arasında, West'te olsun ki, her yerin yakınında kalalım, bir de temiz olsun, güvenli olsun, okuduk yorumları, seçtik bize en uygun hostel'i. Ve biz 60. Cadde de Colombus Circle da kaldık ki, gerçekten temiz ve yakındı her yere, tavsiye olunur.

Bundan sonra elimde kitabım aktarmalı uçuşumuzun ilk durağında buldum kendimi, Müge; yol boyu Sex and The City'i anlatıp, Carry 'Her yıl milyonlarca insan New York'a 2L yi bulmaya gelir, Love ve Label....' derlerle beni NY'a hazırladı. Ve havaalanından Amerika kıtasını gördüğümüzde ağaçların arasındaki havuzlu evler şehrin hareketinden hiç ipucu vermiyordu aslında.
Ama gerçekten New York markaların, dev mağazaların, renkli insanların, güzel yemeklerin, kısaca hayatın şehri.. Ben Label'ı gördüm ama Love'ı New York'ta da bulamadım.:)
Her yanında ayrı bir hareket, ayrı bir eğlence olan Manhattan'ın ilk günden Times Square'ini ve Brodway'ini turladık,kişi başı 27 $ olan bir haftalık metropass kartlardan aldık, bu kartlar metro, tren ve otobüs gibi şehir içi tüm ulaşım araçlarında geçerek tüm şehri turlamanızı sağlıyor. Her yer tabelalar, dönen yazılar, yanıp sönen lambalar, ledli aydınlatmalar.. Bizim işi yapan biri, mutlaka New York'u görmeli.

Sonra bizim gördüğümüz ve gittiğinizde mutlaka uğramanız gereken yerlere gelince;
Central Park; Bütün New York burada sabahları koşuyor, öğleden sonra piknik yapıyor.. Biz her sabah Starbucks kahvelerimiz ve yiyeceklerimizle burada kahvaltı yaptık.
Statue of Liberty; Özgürlük Anıtı, tabiki New York'un simgesi onu görmeden gelmek olmaz.
Emprie State; 102. katına kadar çıkılabiliyor ama biz 86 ya çıktık, King Kong'un binası, ben King Kong'u bekledim ama gelmedi...
New York Acquarium; Aman efendim yıllar yılı filmlerden izlediğimiz jawsların burada ta kendileri mevcuttu.
Brooklyn Bridge; Özellikle akşamüstü gidip, güneşi orada batırıp, ışıklı haline hayran olmanızı tavsiye diyorum.
Grand Zero; 11 Eylül'ün vurduğu ikiz kulelerin yerine açılacak müze daha tamamlanmamış, şehrin göbeğini böyle nasıl vurdukları beni gerçekten çok etkiledi.
Harlem; Koyu renkli tenli kardeşlerin oraya giden otobüste bir tek 3ümüzün beyaz olması, turist diye sırıtmamıza sebep oldu sanırım.
Rockefeller Center, Dünyayı yöneten ailenin, yine yüksek binası, meydanı ve heykelleri.
Wall Street; Dünyanın tüm parasının döndüğü cadde. Tam da krizin patladığı tarihten bir yıl sonra, oradaydık..
Times Square; Özellikle yılbaşlarında milyonlarca NewYorklunun yeni yılı karşıladığını haberlerden izlediğimiz ünlü meydan.

Broadway; Tüm müzikallerin ve tiyatroların bulunduğu cadde.
5 Avenue; Dünyanın en pahalı caddesi, tüm markaların en güzel mağazalarının da bulunduğu yer.
Metropolitan Museum of Art; ;Picasso'dan Rodin'e Van Gogh'tan Monet'e bir çok ünlü sanatçının eserlerini ve bir çok kültüre ait örnekleri bulabileceğiniz bir müze.
MOMA; Modern sanatın merkezi
NBC; Dünyaca ünlü NBC kanalının stüdyolarını gezdiren bir tur ve hemen bulunduğu yerde de dizilerden eşyalar satan bir Experience Store bulunmakta.
Roosvelt İsland; Teleferikle geçebilir bu şekilde manzarayı da izleyebilirsiniz.
Union Square; Yine mağazaların bulunduğu bir merkez.
ChinaTown; küçük Shangay dedikleri kadar varmış, sadece kolunuzdan tutup içeriye çekmeye çalışan Çinlilerle dolu bir semt.
Little Italy; Güzel yemekleriyle İtalyan Restaurantlarının bulunduğu yer.
Meat Packing Distreet; Topuklu ayakkabılarla arnavut kaldırımlarından yürüyüp, eğlenceye gidilecek en güzel yer.
Grand Central Terminal; Şehrin en eski tren istasyonu, oldukça da nostaljik.
New York Library;SATC'de Carry'in merdivenlerinde gelinlikle kalalaldığı kütüphane.
United States Post Office; Postane binası, çok etkileyici.

Macy's, Bloomingdales, Century 21, Forever 21 gibi mağazalar alışveriş için ideal. Hangi köşede görürseniz mutlaka girin derim.

Planet Holywood, Hard Rock Cafe, Apple Store, NBA Store, Mtv Store, Barnes & Noble, Yankees Clubhouse Shops, gibi yerlere de gitmeden dönmek olmaz tabiki...

New York'la ilgili ayrıntılı yazılara hem Kırmızı Baykuş'dan, hem Newyork'tan Sevgilerle'den, hem de Bilge'ciğimin sitesinden ulaşabilirsiniz..
Ama yok yok siz yine de bana da sormak isterseniz, mineyaman@gmail.com'dan yardımcı olmaya çalışırım...

Bunlarda benim yemek önerilerim;

İtalyan Restaurant - Cafe Fiorello İtalyan restaurantlarının en klasiklerinden, yemekleri bir harika.
İspanyol Cafe - Europa Cafe - Öğle yemekleri için ideal, her köşede var, istediğiniz salatayı yaptırıp, hemen orada yiyebiliyorsunuz.
Republic - Noodles :)
En güzel Pastane - Manoglia Bakery - Mutlaka gidin diyorum başka da bir şey demiyorum, içerideki o güzel kokunun 1.000 kalori olduğuna eminim..
Max Brenner - Chocolate by the Balo Man Herşeyin çikolatadan olduğu müthiş görüntülerle çıkan herkesin mutlu ayrıldığı yer.
Whole Foods Market - Hemen her semtte mevyeden pastane mamulleri ve sıcak yemeğe kadar herşeyin bulunduğu market. Alıp yeme imkanı burada da mevcut.
Hemen her köşede bulunan Sundee ve Candy Shoplar.
İşte böyle, 8 gün boyunca New York'un yazını da, yağmurunu da yaşadık ve her gün, yaşadığımız her an için ayrı ayrı şükrettik...