Sunday, December 09, 2007

Doğum Günüm Kutlu Olsun;)

Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün hatalarım
Öğünmem bu yüzden
Bu yüzden kendimi özel önemli zannetmem
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün saçmalamam
Yenilmem bu yüzden
Bu yüzden kendime hala güvensizliğim
Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az
Yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman rengarenk
Geçici oyuncak zaferler
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün korkularım
Gururum bu yüzden
Bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden sonsuz endişem
Savunmam bu yüzden
Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem

Friday, November 23, 2007

Son günlerde...

Çok çalışıyorum. Ama gerçekten çook çook. Kafamda sürekli son tarihler, telefon görüşmeleri, koşuşturmalar, gece yarılarına kadar süren işler.... Hatta şöyle söyleyeyim, dip boya için vakit ayıramadığımdan saç rengimi koyulttum...Adana'ya bölge açıyoruz, İzmir dekini yeniliyoruz. Bu sebepten haftamın yarısı bu şehirlerde geçiyor. Geçen gün bir gün sabah İzmir'e, öğleden sonra Adana'ya gidip, akşam geri döndüm...
Uçak beni hala fena yapıyor, inip bindiğim gün asla toparlanamıyorum, etkisi diğer günlerde de sürüyor...

Yine diş sorunları yaşıyorum. Geçen gün birisi diş, nazardan ağrırmış dedi, doğru olduğuna kendimi inandırdım. Çok fazla nazara geliyorum...

Arkadaşlarımı özledim, ne zamandır görmüyorum...

Çok fazla okuyamıyorum, yazamıyorum, kurudum sanki...

Aralık ayı geleceği için heycanlanıyorum. Her yer süslenecek, doğum günüm olacak diye sevinirken, bir yılın nasıl bu kadar çabuk geçtiğine şaşırıyorum...

Yine çok hassaslaştım. Çok ağlıyorum. Herşeye, gördüğüm yaşlı teyzeye, uzaktaki mezarlığa, trafik kazasına, tabiki şehit haberlerine, pazar günü Bekir Coşkunun köşesinde bahsettiği köpeğe, herşeye, herşeye...


Bloguma sayaç koydum. Bu kadar olduğunu tahmin etmiyordum beni okuyanların. Hepinize çok teşekkür ederim :)

Tuesday, November 13, 2007

Basında Mine :)

Basında ... kelimesinin hikayesi uzun zamandr sürer aramızda. Bende bunu duyururken kullanayım istedim. Bakalım beğenecek misiniz?

http://cumaertesi.zaman.com.tr/?bl=7&hn=4939

Wednesday, November 07, 2007

Mevlana X

"İnsanın değeri nedir? Aradığı şeydir."
"Canında bir can var onu ara... Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara."

Tuesday, October 30, 2007

Herşeye Rağmen YaŞaSıN CUMHURİYET!

Bu Cumhuriyet Bayramında yine Bağdat Caddesindeki Fener Alayındaydım. Boğazda düzenlenen ışık şovlarına hayatta en çok sevdiğim havai fişeklere gitmedim. Çünkü Cumhuriyeti bir yandan çökertmeye çalışırlarken, diğer yandan göz boyama organizasyonlarına inanmıyorum. Bizler yıllardır olduğu gibi, bu senede aldık elimize bayraklarımızı, marşlarımızla yürüdük, Bostancıdan Göztepe ye kadar. Allah sağlık verdikçe, bu organizasyona katılmayı ve bayrağımla en önde yürümeyi düşünüyorum. Hatta şimdiden 100. yılın görkemi ve heyecanı sardı beni diyebilirim. Tabi Bağdat Caddeside ışığın ve lazerin gücünden payını almıştı. Yandaki resim Suadiye Garanti Bankasına ait. Ne kadar güzel süslenmiş değil mi? Yukarıdaki resimde de Kadıköy Belediyesi lazerle Türk Bayrağını duvara yansıtmış. Yıllarca olduğu gibi çok çoşkulu geçen bu bayramda sloganlar farklıydı bir tek. Bizler yıllarca hep Cumhuriyet sloganları atarken bu sene genelde hükümetle ve hükümetin politikalarına karşı sloganlar atıldı. Hükümetten de bu kalabalığı izleyenler olmuştur mutlaka, umarım verilen mesajları alırlar. Bir çok kalabalık ekip katılmıştı yürüyüşe. Ama en kalabalığı Biz Kaç Kişiyiz ekibi idi. Gerçekten kalabalıklardı, kalabalıktık. Öyle parmak hesabı yapılacak gibi değil, öyle kolayca yıkılacak gibi değildik, değiliz!

Mevlana IX

"Her insan büyük bir alemdir."
Mevlana

Monday, October 15, 2007

İçindeki Yabancı

Eveet bir bayram daha geldi, geçti. Bayramın herkese sağlık, huzur, mutluluk dolu günler getirmesi dileğiyle..
Peki ben bayramda ne yaptım? Dinlendim. :) Bayram gezmelerini saymıyorum, onlar zaten olması gerekenler. Ama uzun uzun evde vakit geçirdim, ailemle birlikteydim, bayram benim için güzel geçti yani.
Bayramın son günü de Jodie Foster'ın oynadığı İçindeki Yabancı filmini izledim Galleria'da. Galleria'nın sineması ne kadar şık, deri koltukları ne kadar rahat.. Uzun zamandır sinemada bu kadar rahat ooh ayaklarımı ister uzatıp, ister toplayıp film izlememiştim. filmin konusuna gelince Jodie Foster ve nişanlısı - tam da evlilik kararlarını aldıkları an- şehir eşkiyaları tarafından dövülüyor ve Foster'ın nişanlısı burada ölüyor. Bundan sonrasında da kendince şehirde kötüleri öldüren bir kadın halini alıyor Foster. En son olarakta nişanlısını öldürenleri öldürüyor, zaten öldürmese olayı takip eden dedektif onu yakalayacak ama o da Jodie ye yardım ediyor ve yakalanmamasını sağlıyor, film de orda bitiyor :) Güzel, etkileyici bir film, izlemek isteyenlere tavsiye ederim...

Thursday, October 11, 2007

Turkcell'e Bağlan Hayata!

Son zamanlarda tüm reklamlarına bayıldığım tek firma Turkcell.
İlk aldığm günden bugüne (neredeyse 9 yıldır) numaramı değiştim, tarifemi değiştim ama onu hiç değiştirmedim, açıkçası değişmeyi de düşünmedim. Diğerlerinden daha pahalı olduğunu biliyorum, ama seviyorum Turkcell kullanmayı.
Müşterisini doğru yerde yakalamayı bilen ve bağlılık yaratan marka, doğru zamanlarda doğru işler de yaparak insanların hayranlığını kazanıyor. Bugünlerde en sevdiğim reklamı Tarife Yumurtlayan Tavuk :) Reklamda çeşitli meslek gruplarından kişiler tavuğun karşısına geçiyor ve derdini anlatıyor, kimi ben çok konuşuyorum diyor, kimi sadece torunlarımla konuşuyorum. Tarife yumurtlayan tavukta bu kişiye uygun tarifeyi söylüyor. Tavuğun tipi resimde de görüldüğü kadar o kadar tatlı ki :) Bayılıyorum bana da yumurtlasın istiyorum...
Bu konuda yazmayı düşündüğümde eski Turkcell reklamlarını düşündüm. Celolar vardı, sonra Celonun ailesi çıktı, sonra Celocanlar.. Gerçekten bir çoğumuzu etkisi altına aldı bu reklamlar. Hepimiz hem melodisini bildik, hem de tek başına ülkenin büyük çoğunluğuna hizmet ederken kabul ettik Turkcell'i. Şimdi onu sevmeyen arkadaşlarımız bile numarasını verirken/verdikten sonra anti Turkcell diyerek onun reklamını yapıyorlar yine.
Yine bu yazıyı düşünürken, televizyonda Turkcell'in Türk Milli Takımı sponsorluğu için yaptığı reklamı izledim, Türkiye burada, yine kanımı kaynattı, tempo tutmamı, kanal değiştirmemi sağladı. Turkcell başarısını bu şekilde sürdürürse, işi gelecek yıllarda daha da kolaylaşacak demek.
Bilişim Fuarının da ana sponsoru Turkcell. Fuar hakkındaki tüm memnuniyetsizliğime rağmen, Turkcell standının güzel olduğunu söyleyebilirim. Peki merak ettiğim bu fuar Turkcell'e hala ilk yıllardaki gibi fayda sağlıyor mu, yoksa artık prestij meselesine dönmüş ve sırf o sebepten mi vazgeçmiyor Turkcell? Eğer bu konu hakkında bilgisi ve fikri olan varsa beni de aydınlatırsa çok sevinirim. Tabi sadece prestij için varsa ve burada onu belirtmek istemeyen yetkililer bana özelden de yazabilir :)
Son olarak gazeteyi açtığımda Türkiyenin en harika KSS Projesi olan Kardelenlerin ilanı vardı. Kardelenin hikayesini anlatmışlar, hem okula ilk başladığı günün, hemde mezuniyetinin fotoğrafını koymuşlar ve yaptıkları işten gurur duymuşlar... Bende onlardan gurur duydum. İlana bakarken tüylerim diken diken oldu. Aynısının tv reklamı da var, ona da rastladım tabiki.
Turkcell beni duygulandıran, harekete geçiren, güldüren, kısaca bir çok duyguma hitap eden markalardan biri. Bence Turkcell ülkenin en güçlü markası.

Nostalji

Dün gelen bir mailde ekliydi bunlar. Okumayı biz bunlardan öğrendik diyodu. Görünce o kadar duygulandım, beni o kadar eski günlere götürdü ki, paylaşmadan edemedim...

Wednesday, October 10, 2007

Çok Canımız Yandı...

Son bir iki haftadır 35ten fazla şehit verdik teröre. Çok canımız yandı. Ateş tabiki düştüğü yeri daha çok yaktı ama hepimiz çok üzüldük.. Umarım bunlar son olur. Türkiye sınırları içinde BÖLÜNMEZ bir bütündür. Parçalamaya kimsenin gücü yetmez.
Not: Bu konuda Türk Yazılı Basını olması gerektiği gibi duyarlı davrandı. Görsel Basından da aynı duyarlılığı göstermesini bekliyoruz.

Neden Yazamadım..


Offshore yarışından bu güne oldukça zaman geçmiş ben yazmayalı. Aylardan Ramazan olunca, daha bir sakinlik alıyor hayatı, benim blogumunda başına aynı şey geldi. Ramazandaki sakinliği geçirdi blogum, tıpkı İftar sonrası hareketlenmeye başlayan trafik gibi yavaş yavaş toparlanacak yine.
Hım bu süre içinde ben neler yaptım peki?
Adanaya gittim dün, oruç tutmadım seferiyim diye :) Adana da da balık yedim.. Kebapa alternatif olsun diye. Zaten bir süre Adana resimleri ve o yöreden haberler süsleyecek blogumu şimdiden söylemiş olayım.
Sevdiklerimle iftarlar yaptım. Ramazan ayının bereketiyle süslenen sofralarda yedim de yedim anlayacağınız :)
Bilişim Fuarına gittim. Fuar gerçekten bitmiş, artık düzenlenmesin bence, farklı iş sahiplerinden (Bilişim ile ilgili) bir kaç arkadaşımla konuştum ve hepsi fuarın verimsizliğinden bahsetti. Turkcell kocaman bir stand kurmuş ve fuara da adını verdiği hak ettiği şekilde çok başarılıydı, buna başka bir postta değinicem, avea 8. salonu almış, Digitürk 9. salondaydı. Digitürkün standı da çok başarılıydı, hele bir de standa şu reklamlarında kullanılan koltuğu koymuşlar ki, o standdan hiç çıkmak istemedim. Vestel'in büyük bir standı vardı ama inanın uğramadım bile, beğenmedim. Bence Bilişim Fuarının geldiği durum üzerinde oturup tartışılmalı ve tekrarının nasıl olacağı konusunda kesin bir karara varılmalı. 3 - 4 sene önce düzenlenen fuarlarla alakası kalmamış. Bana tek artısı uzun zamandır görmediğim Aslı'cığımı bir kaç dakika da olsa görmek oldu.
Ve
Offshore u geçirdik işte, en son postta kaldığım gibi, güzel bir yarış oldu, gelenlere tekrar teşekkür ederim.

Friday, September 28, 2007

Offshore Final Yarışı

Yıl boyunca belirli dönemlerde peşinden koşturduğum teknemiz bu hafta sonu Caddebostan'da yarışıyor. 11 takımın yarıştığı son ayakta biz iki adet Franke teknesiyle yer alacağız. İkinci teknemizde yarışa renk katan iki bayan yarışacak. Bu heyecan dolu aktiviteyi kaçırmamanız dileğiyle,

Tarih: 30 Eylül 2007
Saat: 14:00 - 15:00
Yer: Caddebostan Plajı yanı

Bekliyorum...

Thursday, September 27, 2007

Facebook Çılgınlığı...

Gelen bir çok davetiyeyi onaylamadım başlarda.. İnsanlar çılgınca delimisin, yeni sosyalleşme ortamı dediler, ben ki Yonja'ya kardeşim ve kuzenlerim sebebiyle dahil olmuş, Çember.net'te yeterince sosyalleşmiş, günlük hayatında gerçekten sosyal olan biri olaraktan internette daha fazla sosyalleşmek istemiyordum. Ama Mahalle Baskısına daha fazla dayanamadım ve üye oldum Facebook'a. Beni en kolay kandırdıkları bölüm tanımadıkların zaten gelemiyor, profiline bile bakamıyor cümlesi oldu. Çünkü sadece meerhaba, selam yazarak listeme girmeye çalışan insanlardan açıkçası hoşlanmıyorum. Eğer biriyle tanışacaksanız ona söyleyeceğiniz bir şeyler olmalı...
Üye oldum ama çokta fazla kullanmıyordum. Taa ki Murat'ın senin başına bir şey mi geldi Facebookta sayfana yazmışlar" cümlesine kadar. Yaşadığım, "kim ben mi aaa kim yazmış, nası yani facebooka öle şeyler yazabiliyormusun? E ben hiç kullanmıyorum" şaşkınlığı içinde biraz daha aktif olayım diye daldım artık Facebook alemine. Kimleri bulmadım ki, kuzenlerim, liseden arkadaşlarım, blogger arkadaşlarım, gerçekten herkes ordaymış ve gerçekten yabancı kimse gelmiyor...
Bu arada Facebook'a daha önce Yahoo'nun talip olduğunu ama alamadığını şimdi Microsoft'un satın almak istediğini öğrendim. Bu durum sahibine milyarlar kazandıracak tabiki.. Bakalım internet daha kimlere, ne kadar paralar kazandıracak ve bizler daha hangi sanal sosyalleşme ortamlarına dahil olucaz...

Fatih'te İçki Arar Mıyız?

Sevgili Nur Çintay'ın Radikal'deki yazısını taşımak istedim buraya. Çünkü içinde bulunduğumuz durumu o kadar iyi anlatıyorki. Bu hale geldik, bu hale getirildik, her birimiz bu günler de başka ülkede yaşıyoruz sanki.

"Fatih'teki bir alışveriş merkezinin içki reyonu, ramazan diye beyaz kâğıtlarla perdelenmiş, hakikaten sakil bir görüntü. Hürriyet de bunu "Mahalle baskısının fotoğrafı" diye manşet yapmış. Son zamanlarda beslenmelerini damardan serum şeklinde korku alarak sağlayanlar da "İşte!" diye okumuştur eminim, "İşte boşuna değil endişem."
Sanki sadece ben bu ülkede 40 yıla yakın zamandır yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Yeni başlayanlar için: Bu ülkede uzun yıllardır bazı ünlü kebapçılar ramazanda içki vermez. Bazı yine ünlü kebapçılar, iftar saatinde içki servisi yapmaz. Pek çok lokanta ramazanda kapatır, tadilata girer. En laikçi marketler zinciri, hurma, zeytin ve pastırmayı öne dizdiği dekoruyla kendinden bir iftariyelik deposu çıkarır. En Kemalist pastaneler birer pide ve güllaç merkezine dönüşür. Bu ülkede pek çok kişi, sadece Anadolu'da, İstanbul'un sadece Fatih'inde ya da Üsküdar'ında değil pek çok semtinde, ramazan ayında sokakta şapırdatarak bir şeyler yemeye çekinir. Bizde en işi olmaz sandıklarınız bile latan Müslüman'dır.
Bu ülke nüfusunun çoğunluğu, ramazanda meyhaneye gidip zil zurna sarhoş olmaktan imtina eder. Utanır. Dahası: Normal hayatta içki içen pek çok kişi ramazanda zaten içmez; keşke bir alkol tüketim takvimi yapılsa da görsek. Bu, son birkaç ay değil, AKP'nin hükümette olduğu son beş yıl değil, hep, en azından benim sağlıklı hatırladığım 30 yıldır böyledir.
Hürriyet'teki haberin devamı şöyle zaten: "İsteyen müşterilerin kâğıtları kaldırarak alkollü içki alabildiklerini öne süren alışveriş merkezinin yetkilileri, önceki ramazan aylarında içki satışı yapılmadığını fakat bu yıl böyle bir uygulama başlattıklarını söylediler." Kaldı ki zaten kafadan içki satışı yapmayan pek çok yer var. Kaldı ki burası Fatih. Bin yıllık Fatih'e de mi bir 'for beginners' parantezi açmak lazım? Şerif Mardin'in 'mahalle baskısı' kavramına verecek örneğimiz bu mu yani? Lagavulin'i, Laphroaig'yı ne zamandan beri Fatih marketlerinde bulmayı bekliyoruz? Cointreau'yu, Havana Club'ın Anejo Oro'sunu da Üsküdar'dan mı temin edeceğiz? Ki olabilir! Motor iskelesinin karşısında, Kanaat Lokantası'nın bitişiğindeki markette, kasanın yanında inanılmaz postişler satılıyor!
Sarı, siyah, kestane, düz, bukleli, kıvırcık...
'Korku' bir CV maddesi oldu.
Korkuyor musun, ha neyse, tamam, beyaz Türk'sün, sosyal ilişkimiz sürebilir. Korkmuyor musun, nasıl yani, kapatılmaktan, Malezya olmaktan, hayat şartlarının değişmesinden, engellenmekten korkmuyorsun, ya geri zekâlısın ya da 'onlardan'.
Miting zamanı çok geliyordu bu mail'lerden, şimdi gene arttılar: Bir Boğaziçili olarak korkmamanızı hiç anlamıyorum... Bir Üsküdar Amerikanlı olarak korkmamayı size hiç yakıştıramadım... Bir Bağdat Caddeli olarak korkmamanız inanılır gibi değil... Bu dönemde 'modern', 'çağdaş' bir kadınsan, evvela korkmalısın. İngilizce bilmek gibi bir şey şu anda korkmak. Nasıl yani, korkmuyor musun? Bu zamanda? Allah Allah, derdin ne? Bahanen? Mazeretin? Korkmamak, bir özür, bir kabahat. Sende bir gerilik olduğuna işaret. Bir saflık. Ya da doldurulmuşluk. Satın alınmışlık. Tabii ya, 18 yaşındayım ve Adnan Hocacıların çengeline geldim. Tabii ya, iki bedava pide ısmarladılar, AKP'li oldum. Korku, son zamanların en şık etiketlerinden. Tiptop bir tayyör, marka bir çanta, havalı bir diploma... Korku kız kardeşliğinin dışında mı kaldın, geçmiş olsun..."

Tuesday, September 25, 2007

Çık Aramızdan

Kötü bir filmdi. Hemde uzun zamandır izlediğim en kötü film. Tipik amerikan romantik komedisinin yavan haliydi. 1.5 saat düşünceleri yorgunlukları aldı işte. Benim seçimim olduğu için çokta yorum yapmak istemiyorum, sonuçta ortada da bir emek var di mi ama :)
Birbirini çok seven Ben ve Sadie evlenmeden önce nikahlarını kıydırmak istedikleri kilisenin papazının evlilik kursuna yazılırlar. Sadie nin tüm kurallarını titizlikle uyguladığı bu kursu Ben çokta ciddiye almamaktadır. Nitekim kurs etkisini gösterir ve aralarında tartışmalar başlar. Düğünden bir gün önce provada ayrılan çift yine pederin çabalarıyla tekrar barışacak ve Jamaika da evlenecektir.
Jamaika çok güzel bu arada, ben de gitmek istiyorum...

Monday, September 24, 2007

Mevlana VIII

Gel, gel, ne olursan ol yine gel..

İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel...

Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Çok şükür ki ayağım iyileşti, bir kaç gün basamamaktan sonra, şimdi iyi sapasağlam buralardayım yine. Evet problem ayağımdaydı ama insanın neresi acırsa canı ordaymış ya işte pek ilgilenemedim o yüzden buralarla..
Mügenin okulu başladı, gitti. Ramazan geldi, sevdiğim huzur ve ibadetle geçen o bir ayı sürüyoruz, iftar gezileri başladı :) ve geçen hafta İstanbulda Marketingist vardı.
Gittim...
Notlarımı ve yazacaklarımı çok yakında paylaşacağım.

Monday, September 10, 2007

:( Görünmez Kaza

Perşembe günü başıma gelen görünmez kaza sebebiyle bir müddet yatıyorum.
Neden yazmıyorsun diyenlere duyrulur.
Sevgiler,

Wednesday, September 05, 2007

Onlar erdi muradına...

Yıllardır onların aşkına şahidiz biz. Okulun ilk yıllarında başlamıştı, bugüne kadar da sürdü. Pazar günü de evlendiler sonunda :) Dilerim hep böyle mutlu olurlar canım arkadaşlarım. Darısı diğer evlenmek isteyenlerin başına...

Thursday, August 30, 2007

Ankara - Konya - Kayseri... Yine geziyorum.

İş sebebiyle, çok gezmeyen ben bu sene tüm yılların açığını kapatarak ofiste oturmaz oldum. İçinden geçtiğimiz illerle birlikte Konya, Aksaray, Nevşehir, Kayseri, Kırşehir, Kırıkkale, Ankara gibi bir sürü şehir gördüm Anadolunn orta yerine kurulmuş. Sapsarı topraklar arasındaki yerleşim yerleri, o düzlükler, ovalar gerçekten farklı yerleşimler. Yapacağım organizasyon sebebiyle ilk gittiğim şehir Konya idi. Fotoğraflarını çekemedim ama Mevlana sözleriyle süslü otobüsler dikkatimi çeken ilk görüntü oldu Konya'da. Gelecek aylarda şehri tekrar ziyaretim olacağı için biraz da şehirde vakit geçirip o zaman yazmak istiyorum izlenimlerimi...
Sonraki durağım Kayseriydi. Kayseriye geçmeden Konya - Kayseri yolundan bahsetmek istiyorum. O kadar sarı, o kadar dümdüz ve o kadar ruhsuzki, Konya ovasının ününün nerden geldiğini bir kez daha anladım. Tabi Kapadokyanın orada olması İç Anadoluyu harekete geçiren tek yer sanırım.
Kayseri ise Erciyes Dağının eteğine kurulmuş, büyük Organize Sanayi bölgesi ve yol kenarındaki adım başı reklam tabelalarıyla bu tabelaların en çok göründüğü şehir olmuş bence. Güzel bir şehir Kayseri. Söyleyecek çokta fazla birşey yok şehir hakkında. Bizim gittiğimiz gün Cumhurbaşkanı çıkarmış olduklarından oldukça mutlulardı. Hayırlı olsun diyemeyeceğim, çünkü devleti AİHM e şikayet eden biri nasıl devletin en başına geçebilir? Bu konuda gerçekten canım yanıyor, çok fazla yorum yapmak istemiyorum. Hele ki postun yazıldığı gün Zafer Bayramı olunca. Ve biz Kemalistler halkın yaptığı oylamada darbe yemişken.. İyi günler beklemiyor sanki bizi. Tabi bu ülkenin aydın insanları var, hiç bir şeyden yılmayan, güçlü gençliği var Atatürk'ün izinde yürüyen. Bundan asla vazgeçmeyeceğimizi herkes bilsin isterim.

Güçlü, laik, aydınlık ve açık alınlı Türk milletinin Zafer Bayramını kutlarım
.

Tuesday, August 28, 2007

2. Kez İğneadadaydık...

Bu haftasonu yine İğneada yollarındaydık sabah erkenden. Sanıyorum ki bu yazın son yüzüşü oldu benim için... İğneadayı çok beğendik, çok sevdik biz, sanıyorum bundan sonraki yazlarda da ziyaret edeceğiz. Bu kez gittiğimiz yoldaki ayçiçekleri yerini olmuş, hatta toplanmış haline bırakmıştı, rüzgar kuvvetlenmiş, deniz dalgalanmıştı ama yine de bizim keyfimize engel olamadı. Çok güzel iki gün geçirdik, Belgin Ablamın doğum gününü kutladık, hatta müessese bize alevli meyve ikram etti :) Yolda giderken olmuş ayçiçeklerinden çaldık, kumsalda ateş yaktık, hattaa ben köpek bile sevdim. Bir kaç gün daha kalsak, elimle de beslerdim de.. Gerçi bu Pati, her köpek gibi değil, o kadar tatlı ki görmelisiniz :)

Monday, August 20, 2007

Evan Almighty/Aman Tanrım

Haftaiçinden mevcut olan yorgunluğumuza, haftasonu yaşadığımız sinir bozukluğu ve stres de eklenince, hayata bir mola verelim ve sinemaya gidelim dedik. Ki ben yaz günlerinin güzel güneşli saatlerinin sinemada geçmesine ne kadar da karşıyım. Ama popcorn alacağına söz verip, film seçimini de bana bırakılıncaa, doğru sinemanın yolunu tuttuk :)
Afişlerine göre yorumladığım filmlere göre en eğlencelisi Aman Tanrım gözüküyordu, bir öncekini de tvde yakın zamanlarda izlemiş biri olarak, zorlu bir seçim yapmış gibi direk ona gitmek istedim.
Ruh durumumuza çok uygun bir seçim yapmıştım. Kafamızı rahatlatan, iki saat bizi hayattan uzaklaştıran bir film oldu. Tabi bu arada ruhani şeyleri de düşünmedim değil.
Film dünyayı değiştirmek istenen Amerikan Senato Üyesine, Allahın görünüp, Nuh Peygamber gibi bir gemi yapmasını ve çevresindekileri kurtarmasını istemesiyle başlıyor. Çevredekilerin kendisine tuhaf davranması, eşinin ve çocuklarının onu terkedip, sonra geri gelmesine rağmen gemiyi bitiren Evan, gerçekten tüm hayvanları ve komşularını kurtarıyor. Güzel bir film, keyifli hatta bittiğinde erken bittiğini bile düşündüm, ne olurdu biraz daha sürseydi...

Friday, August 17, 2007

Gidiyo musun şimdi?

Evimizin en küçüğü, canım kardeşim üniversiteyi kazandı. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetiminde okuyacak kardeşimin tam da istediği okul ve fakülte oldu. Şimdi Ankara onu bekliyor.
Emeklerinin boşa çıkmadığını gördüğümüz ve hep birlikte sınav stresini üzerimden attığımız şu günlerde, dilerim hayatının en güzel anılarıyla dolu olacak bir üniversite hayatı onu bekliyordur.
Seninle gurur duyuyorum canım kardeşim, Mügi'm...
İşlerin yoğunluğu nedeniyle aynı evin içinde çok sık görüşemesek de, odan bana kalıp, giyinme odamı oraya taşıyacak olsam da, yeni yeni öğrendiğim Ankara'da artık bir ayağım olsa da, gitmeni istediğimi söyleyip, yüzüne karşı ooh çeksem de, ben de hiç olmayan evden ayrı yaşama cesaretine hayran kalsam da, senden uzak günlere nasıl alışacağım?

Mevlana VII

“Kardeşim sen düşünceden ibaretsin.

Geriye kalan et ve kemiksin.

Gül düşünürsün, gülistan olursun.

Diken düşünürsün, dikenlik olursun.”

Tuesday, August 14, 2007

Ayvalık'07

1 haftalık yıllık iznimin 1 haftasını :) Ayvalık'ta geçirdim. Ayvalık'ı bilenler bilir, sakin sessiz bir tatil arıyorsanız doğru yerdir. Sarımsaklının kum plajları, bizim koyun Kaz Dağlarından gelen rüzgarı, Cundanın taş sokakları bu bir haftamda eşlik etti bana. Yatak adı verilen 3 kişilik bota bindik, Cunda da yemek yedik, tekne gezisine gittik, bisiklete bindik yıllar sonra, güneşlendik, yedik, içtik, dinlendik, terazi, lastik, jimnastik :)
Ayvalık her mevsim güzel, yazları, sonbaharları bir başka.. Görmeyenlerin görmesini tavsiye ederim.

Teknolojiye ayak uydur(ama)mak

Bir zamanlar hep birlikte oynadığımız mimleme oyununun başka bir ayağında en dandik teknolojiler konusunda sevgili Rabia'cım mimlemiş beni :) Benim gibi teknolojinin yakınından bile geçmeyen biri koskoca teknolojiyi bir de dandik diye yorumlucam öle mi...
İpodu bile elinde tuttuğu 1.5 yıldan sonra kullanmayı öğrenmiş, hala cep telefonu özellikleriyle alakası olmayan, bir çok teknolojiyi mantığına sığdıramayan bana göre çoğu teknolojik aletin yanında bulaşık makinesinin bile gerekliliğini tartışabilirim.
Zeynebin yorumunda bahsettiği elektirikli diş fırçasını hala anlamadım. Hediye gelen fırçayı bir kez denedim de bütün beynim uyuştu walla :) Sonra aslanlar gibi döndüm orta sert özellikteki diş fırçama...
Sonra Türk Kahvesi yapma makinası.. O neee :) Türk kahvesinin tadı cezvesinden değil midir? Şimdi ne gerek var onu makinelerde yapmaya..
Markacinin bahsettiği gibi Elektrikli Bıçak sonra.. Ay Allahım, bileğine güvenen elektrikli bıçak işte :) Narenciye sıkacağı da aynı şekilde :) Bir de çöp öğütücüsü var, içine bir şey atamazsın, herşeyi öğütmez..vs ona ne gerek var ki şimdi? Ya da çamaşır kurutma makinesi.. İpe asmanın suyu mu çıktı :)
Şimdi bu yazdıklarıma ooo daha neler var diyerek yorum yapanlar olabilir ama ben bu kadar yeniyim işte :) Teknolojinin hızına değil yetişmek, arkasından bile gidemiyorum...
Herşeye dikkat etmemiz gereken şu günlerde, teknolojinin hakkını da yememek lazım. Fotoselli aydınlatmalar, az enerji tüketen makinalar gibi bir sürü kolaylıkta var. Ama ne olursa olsun, sadece kendimizi değil, geleceğimizi de düşünmeli ve ona göre hareket etmeliyiz. Bu da bu postun mesajı olsun bakalım.

Thursday, August 02, 2007

Küçük İşletmelere Yol Haritası

Küçük İşletmelerin büyük işler yapabilmesi için dikkat etmesi gerekenler şunlar;
- İşinizin neden başarıya ulaşacağını son derece açık bir şekilde anlatan bir sayfalık iş tanımı yazın. Bu tanımı herkese okuyun, eğer okuduklarınızı anladılarsa başardınız demektir.
- Müşterilerinizin yaptığı işe uygun olduğundan ya da olacağından emin olun.
- Toplam maliyetinizi ve gelirinizi hesaplayın.
- Pazarınızın ne ölçekte olduğunu araştırın.
- Başarılı olmak için en az kaç müşterinizin olması ya da en az ne kadar hasılat yapmanız gerektiğini bilin.
- Müşterilerinizi nasıl belirleyeceğinizi, onları nasıl elde edeceğinizi ve nasıl kendinize bağlı olmalarını sağlayacağınızı bilin.
- Başlangıç ya da işi sürdürebilmek için ne kadar sermayeye ihtiyacınız olacağını iyi hesaplayın.
- Para kaynağınızın, paraya ulaşmanıza uygun olduğuna emin olun.
- Ürün ya da hizmetlerinizin diğerlerinden farklı olduğu noktaları iyi bilin ve bu farklılıklara değer biçerek müşterinize hissettirin.
- Sunduğunuz ürün ya da hizmeti nasıl tedarik edeceğinizi ve müşterinize nasıl ulaştıracağınızı planlayın.
- Ne türde elemana ihtiyacınız olacağını belirleyip, onları bir plan dahilinde işe alın.
- İşletmenizi nerede kuracağınızı tam olarak belirleyin.
- İşletmeniz için çarpıcı bir isim bulun.
- Kılıcınızı kuşanın, onu kınından sıyırın ve neşe içinde pazarın kuşatma çemberine saldırarak kuşatmayı yazın ve pazara dalın.
- Hepsinden önemlisi; işletmenizde olanaksızı gerçekleştirin veya gerçekleştirmeye istekli olun. Satmaya başlamalı ve asla durmamalısınız.

*Bu yazı İnfomag dergisinden alınmıştır.

Wednesday, August 01, 2007

Farkındayım

Ne yapsan olmuyor gözüm
Terketmiyor bizi hüzün
Bir macera yaşamak dediğin
Küçük zamanlar harmanı
Sevildiğin üzüldüğün
Hatırlamaktan ibaret
Hatıralar nihayet
Tesellisi çok zor sözün
Ne gemiler yaktım
Ne gemiler yaktım
O kadar yandı ki canım
Sonunda karşıdan baktım
Ne göreyim kendime
Yıldızlardan daha uzaktım
Bu kızı yeniden büyütmeliyim
Kor ateşlerde yürütmeliyim
Değirmenlerde öğütmeliyim
Farkındayım farkındayım
Kazanmalı kaybetmeli
Aşk uğruna harbetmeliyim
Bu kızı yeniden büyütmeliyim
Farkındayım farkındayım
Kendini seçemiyorsun
Bırakıp kaçamıyorsun
Yazmadığın bir hikayede
Uzun yada kısa vadede
Az biraz keşfediyorsun
Öteki olabilmeyi
Yerine koyabilmeyi
Geride durabilmeyi öğreniyorsun

Tuesday, July 31, 2007

Reikinin 5 Altın Kuralı

1. Bugün, özellikle bugün öfkelenme!
2. Bugün özellikle bugün endişelenme!
3. Var olan tüm canlılara iyi davran!
4. Ekmeğini helal yollardan kazan!
5. Tanrı’nın zengin hediyeleri için müteşekkir ol!

Thursday, July 26, 2007

Mevlana VI

'Düne dair ne varsa,
dünle gitti cancağızım.
Artık,
yeni şeyler söylemek lazım!'

Tuesday, July 24, 2007

Güzel İstanbul...

İstanbul'u çok seviyorum ve burada yaşadığım içinde gurur duyuyorum. Daha önce şikayetvari yazılarım olmuştu ama ona rağmen çok seviyorum.
Cumartesi İstanbul'un en şık restaurantında yemek yedik. Boğaz köprüsünün altında deniz kenarında gerçekten iyi bir yemekti. Daha sonra gece klübü haline de kalıp, biraz eğlendik tabi :)
Aşağıdaki yazıma gelen yorum gibi popülizmi takip için değil, işimle alakalı olduğu içinde biraz ordaydım tabi. Popülizme karşı değiim ben ama isteyenlerin ilgilenmemesini de yadırgamıyorum.

İstanbul böyle bir şehir işte, her yaş grubuna, her bütçeye, herkese, her keseye hitap eden bir şehir. Bir şekilde mutlaka ulaşımınızı sağlarsınız ya da size en yakın yerde sizi mutlu edecek köşeleriniz vardır. Benim o kadar çok köşem, mutlu olmamı sağlayan o kadar çok sebep var ki... Bazen sadece yürümek, bazen sıkış tepiş otobüsle bir durak gitmek, bazen denizi seyretmek, bazen vapurla karşıya geçmek... Tüm semtlerin ayrı güzelliği var. Eğer Türkiyedeyseniz bir kere İstanbul'u görmelisiniz. Şimdiler de Boğaz Köprüsü de ışıldadı.
Tabi ben şanslı bir gruptayım. İstanbul'u bütünüyle yaşayıp, tadını çıkartan gruptan.
Not: Seçim yapıldı. AKP % 46, CHP %20 oy aldı. Bazı şeylerin belki de artık değişmesi gerekiyor. belki de gerçek sosyal demokratların bu işe daha çok asılmaları...

The Secret / SıR

Evet sonunda dayanamadım...
Ve bende izledim. 1.5 saatimi bütün dünyanın odaklandığı konuya geçte olsa verdim. Geçen sene düşünce gücünün ne kadar önemli olduğunu çevremdekilere anlatmaya başlamıştım zaten, şimdide bunun ne demek olduğunu ve örneklerini gördüm.
Örnek aldığım tek şey olacak, bir hayal defteri tutmaya başlıyorum. Bir çok konuda tuttuğum farklı farklı defterlerin yanına hayal defterini de ekliyorum. Belki bir gün bu konuda da blog açarım. Ya da o kadar deşifre olmak doğru mu bilmiyorum. En iyisi defterimi tutayım...
Ve sizlere sırrın en önemli cümlesini açıklıyorum;
'Düşünceler, nesnelere dönüşür.'
Bir çok kez kendi hayatımda da şahit oldum. Ne düşünürseniz hayatınızda o oluyor işte. O yüzden hep iyiyi, hep güzeli ve doğrusunu istemek ve bunları herkes için istemek içsel huzuru ve tabiki de mutluluğu beraberinde getiriyor.

Monday, July 23, 2007

Yayıncılık Etik İlkeleri

* İnsan onuruna, temel hak ve özgürlüklere saygılı olmak,
* İfade özgürlüğü ve haber hakkı çerçevesinde olay ve olguları doğru, tarafsız ve eksiksiz yayınlamak,
* Yayıncılığı haksız amaç ve çıkarlar doğrultusunda kullanmamak,
* Çok sesliliğin ve kültürel çeşitliliğin korunmasına önem vermek,
* Yayınlarımızda ırk, renk, dil, din ve cinsiyet ayrımcılığına, aşağılama ve ön yargılara yer vermemek,
* Kişi ve kurumların cevap ve düzeltme haklarına saygılı olmak,
* Toplumda korku ve infial yaratabilecek olaylar karşısında ve kriz zamanlarında sağduyulu davranmak,
* Şiddeti teşvik etmemeye ve meşrulaştırmamaya özen göstermek,
* Özel hayata ve mahremiyete saygılı olmak,
* Kadınların sorunlarına duyarlı olmak ve kadınları nesneleştirmekten kaçınmak,
* Çocuk ve gençleri uygun olmayan içerikten korunmaya özen göstermek, izleyicilerin ve dinleyicilerin gereksinim, beğeni ve hassasiyetlerine önem vermek.

Bu yazı Mediathink dergisinden alınmıştır.

Friday, July 20, 2007

Park Etmek Yasaktır...

İstanbul'da yaşıyorsanız, park yeri bulmanın ne kadar zor olduğunu biliyorsunuzdur. Cumartesi akşamları otoparklar bile sinir bozucu şekilde dolar taşar ve eğer geç kaldıysanız, geç gelecekseniz, gideceğiniz yere göre arabadan çok, toplu taşıma araçlarını tercih edersiniz.

Dün 4 Leventte bir toplantıya gittim. Bilenler bilir, orada herkes arabayı ortalık yere bırakır, otoparklar vardır ama onlarda doludur zaten ya da adam yolu otopark yapmıştır ve oraya bırakmanız için sizden anahtarınızı ister. Alt geçitin olduğu yollar bile servis otobüsleriyle doludur ve kimse neden orda durduklarını onlara sormaz...

İyi araba kullanırım ben, düzgün park ederim, atak kullanırım, panik yapmam, yolu izlerim, reflekslerim kuvvetlidir, trafik kurallarını iyi biliriim, kurallara uyarım, uymayanları uyarırım. Ama 4 Levente geldiğimde noluyorsa orda oluyo işte. İlk bana çarptıkları ve trafik kayıtlarına adım işlediğinde de yine ordaydım. Dünde toplantım bitip dışarı çıktığımda bir de baktım ki arabanın yerinde yeller esiyo :) Ne park yapılamaz yazısı vardı orda, ne bomboş bir alandı, ne anayoldu, ne yolu engelliyordu, ne kimseyi etkiliyordu yani. Ama araba çekilmişti. Çevredekiler 206 mı gri haha daha şimdi çektiler diye bir de yardımcı oldular ki, sağolsunlar... İlk taksiye sordum burada çekilen arabaları nereye götürürler diye, Seyrantepeye abla dedi. Peki gidelim o zaman dedim.

Taksici cin bişi tabi, yolda anladı çekilmenin ben de şaşkınlık yarattığını, bak abla şimdi 46 milyon alırlar çekme ve otopark parası sakın fazla verme ama belki de daha arabayı indirmemişlerdir o zaman otopark parası da vermiceksin, 50 milyon cezası var yanlış parkın. Belki otoparka daha gelmemiştir, şöyle bir bakalım istersen belki buralarda yakalarız arabayı, arabanın muayenesi ya da bişiysi eksik değilse hemen alırsınız, ruhsat yanınızda mı, ehliyetiniz var mı... ben artık sinirlerim tamamen bozulmuş, gülmeye başlamıştım. Gerçekten de otoparkta çekicinin üzerinde arabayı park edecekleri yer arıyorlardı hemen atladım tabi aa o benim, indirirseniz gidicem diye... Çekici paramı ödedim, bilinçsiz olduğumu gören memur bey, ceza kesmeyeceğini söyledi, ne kadar doğru bilmiyorum. Çünkü artık cezalar eve geliyor, arabayı babam kullandığı halde geçen benim adıma ceza gelmişti eve ordan öğrendim :)
Yani tüm yolları bilen, hatta Zeynep'in 'Şöfor Nebahat' adını taktığı ben, hiç bir yerde tabela, uyarı ya da ceza alınacak bir yer olmadığını düşündüğüm yere park etmekten ceza yemiştim.

Thursday, July 12, 2007

Seçim Mevsimi!

Siyasi partiler yaklaşan Seçim sebebiyle çalışmalarına hız verdi. Kimi her yerdeki bayraklarını arttırdı, kiminin satın almadığı billboard kalmadı. Posta kutusundan çıkan el ilanları mı dersiniz, internet sayfalarının kenarlarında gülerek vaatlerde bulunan bağımsız adaylar mı.İçimiz dışımız seçim pazarlama malzemeleri doldu yani. Bakalım 23 Temmuz sabahı neler değişmiş olarak kalkıcaz..
Hala bu zamanı tatille değerlendirip, yaşamına sahip çıkmayan, kullanacağı oyun değerini bilmeyenler o kadar fazla ki, gerçekten çok üzülüyorum, bizlerden geçtim hadi ama gelecek nesiller için insanların bu kadar sorumsuz olmasına gerçekten inanamıyorum.

Yazının bu kısmı sansüre uğradığı gerekçesiyle kaldırılmıştır :)

Bakalım kim gelecek, kim olduğu önemli değil. Gerçekten dilimize, ülkemize, insanlarımıza, inançlarımıza tam anlamıyla sahip çıkacak biri gelsin...

Monday, July 09, 2007

İğneada!

Aslında tamamen bizim dışımızda gelişen organizasyona son anda dahil olarak karar verdik İğneada'ya gitmeye. Büyükçekmeceden sonra en uzak Silivri'yi görmüş bana Çerkeköy tabelası bile garip geldi. Çerkezköyden sonra Saray - Vize ve Demirköy üzerinden İğneada'ya vardık. Ayçiçeği tarlalarının arasından o kadar güzel bir yoldan ilerledik ki, günebakanlara bakaraktan keyifle geçti yol.
İğneadaya vardığımızda güzel bir öğlen yemeği yedik ya da sabah kahvaltısı. :) Ertesinde hemen kendimizi denize attık, bütün gün güldük, yüzdük, bişiler yedik, oyunlar oynadık ve dinlendik. İğneadanın güzel plajı, deniz ve güneş gerçekten süperdi. Akşam yemeğinin ertesinde deniz kenarında ateş yakıp, etrafında sohbetler ettik, tamamen kumlara uzanıp, yıldızların şahaneliğini seyrettik ve günün tadı damağımızda kalarak, uykuya daldık.
Ertesi sabah uyandığımızda sabah dinginliğiyle deniz daha da şahane gözüküyordu. Kendimizi attık ve ellerimiz buruşana kadar çıkmadık. Öğle yemeğinden sonra akşamüstü tekrar yola koyulup, yavaş yavaş İstanbul'a vardık.
Gerçekten çok keyifli, çok eğlenceli bir organizasyon oldu bizler için, bunu sağlayan Haluk Abi'ye bir kez de burdan çok teşekkür ederim. İğneada gerçekten görülmesi gereken bir yer.