Sevgili Nur Çintay'ın Radikal'deki yazısını taşımak istedim buraya. Çünkü içinde bulunduğumuz durumu o kadar iyi anlatıyorki. Bu hale geldik, bu hale getirildik, her birimiz bu günler de başka ülkede yaşıyoruz sanki.
"Fatih'teki bir alışveriş merkezinin içki reyonu, ramazan diye beyaz kâğıtlarla perdelenmiş, hakikaten sakil bir görüntü. Hürriyet de bunu "Mahalle baskısının fotoğrafı" diye manşet yapmış. Son zamanlarda beslenmelerini damardan serum şeklinde korku alarak sağlayanlar da "İşte!" diye okumuştur eminim, "İşte boşuna değil endişem."
Sanki sadece ben bu ülkede 40 yıla yakın zamandır yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Yeni başlayanlar için: Bu ülkede uzun yıllardır bazı ünlü kebapçılar ramazanda içki vermez. Bazı yine ünlü kebapçılar, iftar saatinde içki servisi yapmaz. Pek çok lokanta ramazanda kapatır, tadilata girer. En laikçi marketler zinciri, hurma, zeytin ve pastırmayı öne dizdiği dekoruyla kendinden bir iftariyelik deposu çıkarır. En Kemalist pastaneler birer pide ve güllaç merkezine dönüşür. Bu ülkede pek çok kişi, sadece Anadolu'da, İstanbul'un sadece Fatih'inde ya da Üsküdar'ında değil pek çok semtinde, ramazan ayında sokakta şapırdatarak bir şeyler yemeye çekinir. Bizde en işi olmaz sandıklarınız bile latan Müslüman'dır.
Bu ülke nüfusunun çoğunluğu, ramazanda meyhaneye gidip zil zurna sarhoş olmaktan imtina eder. Utanır. Dahası: Normal hayatta içki içen pek çok kişi ramazanda zaten içmez; keşke bir alkol tüketim takvimi yapılsa da görsek. Bu, son birkaç ay değil, AKP'nin hükümette olduğu son beş yıl değil, hep, en azından benim sağlıklı hatırladığım 30 yıldır böyledir.
Hürriyet'teki haberin devamı şöyle zaten: "İsteyen müşterilerin kâğıtları kaldırarak alkollü içki alabildiklerini öne süren alışveriş merkezinin yetkilileri, önceki ramazan aylarında içki satışı yapılmadığını fakat bu yıl böyle bir uygulama başlattıklarını söylediler." Kaldı ki zaten kafadan içki satışı yapmayan pek çok yer var. Kaldı ki burası Fatih. Bin yıllık Fatih'e de mi bir 'for beginners' parantezi açmak lazım? Şerif Mardin'in 'mahalle baskısı' kavramına verecek örneğimiz bu mu yani? Lagavulin'i, Laphroaig'yı ne zamandan beri Fatih marketlerinde bulmayı bekliyoruz? Cointreau'yu, Havana Club'ın Anejo Oro'sunu da Üsküdar'dan mı temin edeceğiz? Ki olabilir! Motor iskelesinin karşısında, Kanaat Lokantası'nın bitişiğindeki markette, kasanın yanında inanılmaz postişler satılıyor!
Sarı, siyah, kestane, düz, bukleli, kıvırcık...
'Korku' bir CV maddesi oldu.
Korkuyor musun, ha neyse, tamam, beyaz Türk'sün, sosyal ilişkimiz sürebilir. Korkmuyor musun, nasıl yani, kapatılmaktan, Malezya olmaktan, hayat şartlarının değişmesinden, engellenmekten korkmuyorsun, ya geri zekâlısın ya da 'onlardan'.
Miting zamanı çok geliyordu bu mail'lerden, şimdi gene arttılar: Bir Boğaziçili olarak korkmamanızı hiç anlamıyorum... Bir Üsküdar Amerikanlı olarak korkmamayı size hiç yakıştıramadım... Bir Bağdat Caddeli olarak korkmamanız inanılır gibi değil... Bu dönemde 'modern', 'çağdaş' bir kadınsan, evvela korkmalısın. İngilizce bilmek gibi bir şey şu anda korkmak. Nasıl yani, korkmuyor musun? Bu zamanda? Allah Allah, derdin ne? Bahanen? Mazeretin? Korkmamak, bir özür, bir kabahat. Sende bir gerilik olduğuna işaret. Bir saflık. Ya da doldurulmuşluk. Satın alınmışlık. Tabii ya, 18 yaşındayım ve Adnan Hocacıların çengeline geldim. Tabii ya, iki bedava pide ısmarladılar, AKP'li oldum. Korku, son zamanların en şık etiketlerinden. Tiptop bir tayyör, marka bir çanta, havalı bir diploma... Korku kız kardeşliğinin dışında mı kaldın, geçmiş olsun..."
No comments:
Post a Comment