Bir uyanışı getireceğin söyleniyor biz insanoğluna... O kadar anlam yükledikki sana, beklentilerimiz o kadar arttıki, başlangıçta sana haksızlık ederlerse; hemen öyle sinirlenme, sakince dur ve bekle..
Önceki yılları çok yıprattığımızdan 2011 yordu bizi, üzdü. Bizde en sevdiğimiz şeyi yapıp, erteledik güzel günler görmeyi, umarım sen gelirken yanında getirmişsindir.
Geçmişin değerlendirmesini yapmanın anlamı yok artık pek fazla; ben iyi bir sene geçirdim de bu genele yayılmayınca anlamı ne? Seninle herkesin yenilenen umutları, mutlulukları tüm yıl sürsün olur mu?
Tüm insanlara; bolluk, bereket, iyi şans, mutluluk, huzur ve aşk istiyorum senden; o kadar çok ver ki, kavgalar sona ersin, korkular bitsin, herkes sevgi içinde geçirsin günlerini...
Saturday, December 31, 2011
Saturday, December 10, 2011
ve yine 10 Aralık...
"Anason Kokarken Sofralar,
Yaşlandırıyor Seni Aynalar,
Her Geçen Yıl Birer Birer,
Masadan Eksiliyor Dostlar..."
İşte bu yıl, bu şarkı gelsin benim için.. Artık biliyorsunuz yaş almanın beni büyütmediğini, her yaşın birbirinin aynısı olduğunu, 20li yaşların geri gelmeyeceğini...
Etrafımda abla diyenlerin arttığı, teyze, hala sıfatlarının eklendiği, bacaklarıma asılan ufaklıkların olduğu koskoca bir 365 günü daha deviriyorum bugün...
İyiki tanıdım dediğim insanların yanında, her geçen gün daha mutlu, daha huzurlu ve daha sevgi dolu geçirirken günlerimi, olduğum yerde çınarlaşıyorum belki de.
Ve bugün 2'yi bırakırken hayatımdan, geri dönüp baktığımda, hayatıma harika bir onluk daha eklediğime eminim.
Bazen durup dinlediğimde yapmam gerekenleri yapmamışım gibi gelse de; biliyorum olabileceğinin en iyisi idi bu sene...
Ve teşekkür ediyorum, şimdi 3'lü yaşların en başından sizlere sesleniyorum;
"Tutun ellerimden, yoksa düşeceğim, doğacak içimde baharım, sevincim.."
Yaşlandırıyor Seni Aynalar,
Her Geçen Yıl Birer Birer,
Masadan Eksiliyor Dostlar..."
İşte bu yıl, bu şarkı gelsin benim için.. Artık biliyorsunuz yaş almanın beni büyütmediğini, her yaşın birbirinin aynısı olduğunu, 20li yaşların geri gelmeyeceğini...
Etrafımda abla diyenlerin arttığı, teyze, hala sıfatlarının eklendiği, bacaklarıma asılan ufaklıkların olduğu koskoca bir 365 günü daha deviriyorum bugün...
İyiki tanıdım dediğim insanların yanında, her geçen gün daha mutlu, daha huzurlu ve daha sevgi dolu geçirirken günlerimi, olduğum yerde çınarlaşıyorum belki de.
Ve bugün 2'yi bırakırken hayatımdan, geri dönüp baktığımda, hayatıma harika bir onluk daha eklediğime eminim.
Bazen durup dinlediğimde yapmam gerekenleri yapmamışım gibi gelse de; biliyorum olabileceğinin en iyisi idi bu sene...
Ve teşekkür ediyorum, şimdi 3'lü yaşların en başından sizlere sesleniyorum;
"Tutun ellerimden, yoksa düşeceğim, doğacak içimde baharım, sevincim.."
Labels:
10Aralık,
Anason,
aralık,
dogumgünüm,
Ümit Sayın,
Zakkum
Wednesday, June 22, 2011
Assos...
Ben daha önce gittim de hiç kalmadım Assos'da. Hep son dakika tatillerinde ayarlamaya çalışıp, hiç yer bulamadığım bir lokasyondu benim için. Bu kez arkadaşlarım giderken, ağlayarak baktım, ben de gelsem diye. Zeynep dayanamadı halime, e hadi dedi, tamam gel.. Topladım evde denize ve güneşe ait ne varsa. Gideceğimi duyan arkadaşımın telefonda dinlettiği Sıla'nın Kafa şarkısını da koydum cebime.. Söylemeden geçemeyeceğim şarkı şöyle başlıyor...
Aşkıydı, işiydi, ihtirası, düşüydü,
Yere batsın faturası, malı, mülkü,
Bağlasalar durmam...
Tam ruh durumuma uygun bu şarkıyla, attım kendimi Assos'a. İskelede bizden başka kimsenin olmaması, denizin, güneşin sadece bizim olması, benim Ege'ye hayran olmam, zeytinin, zeytinyağının, bahçe domatesinin, sakızlı dondurmanın gözümdeki yeri, güneşin batışı, rüzgarın tadı, uykunun hafifliği, sakinliğin keyfi ile iki koskoca gün geçirdik orada.
Otobüste gidip gelirken doğmasına şahit olduğumuz güneşi, Behramkale'de şarap eşliğinde batırdık...
Buna ne kadar çok ihtiyacım varmış, sakinliği, huzuru ne çok istemişim, bir kez daha emin oldum.
Hayat elimizdekileri verirken, bazen bizi ne kadarda yoruyor, daha da iyi anladım.
Şimdi döndüğüm yerde, daha keyifli ve mutluyum.
"Suya girdim su oldum, taşa yattım taş oldum..." Evrim tarafından daha önce söylenmiş bu söz, bu ufak seyahatin mottosu oldu...
Friday, June 10, 2011
Ada'yı çeyrek geçe...
İnsan bir şeyi çok isteyince oluyor, kesinlikle oluyor...
Konser duyuruları ilk çıktığında gözüme kestirdim bunu ben. Kimse eşlik etmese de gidicem diye düşündüm. Günlerce baktım biletlere ama tek başıma almaya elim hiç gitmedi nedense. Sonra birlikte gitmeye karar verdiğimiz bir arkadaşım dayısını kaybetti, konserden bir kaç gün önce.. Bu sefer onunla karar verdiğimiz için gitmekten vazgeçtim ben de, ama bir yanımda gitmeyi çok istiyordu. Öyle ya, öğrenmiştik artık, ölümün yaşamın hemen yanında olduğunu. Kendi kendime gidiyorum, gitmiyorum, evet, hayır ikilemelerimin arasında konser günü geldi ve ben artık gitmeyeceğim, kısmet gözüyle bakıyordum olaya. Taa ki, telefondaki ses, bu akşam harika bir konser var gitmeyi çok istiyorum diyene kadar.. Bir anda alınan karar, hazırlanan ben ve konser saatinde alınmış biletimle; harika bir akşamda, yıldızların altında dinlemeye başladım Ada Plak'tan çıkan şarkıları..
Öyle ya, ilk gençlik yıllarıma dayanan o harika melodiler, şarkılarla sevdiğim, güldüğüm, ağladığım bir çok anı yeniden karşımdaydı şimdi.. Hala bende, özel anların, özel şarkılarıydı onlar.. Yeni Türkü'nün Mamak Türküsü, Bulutsuzluk Özlemi'nden Sen Varsın Ya, Grup Gündoğarken'den Ankara'dan Abim Gelmiş, Zuhal Olcay'dan Pervane, Bülent Ortaçgil'den Eylül Akşamı.. Bunun yanında daha yeniler, Mor ve Ötesi, Replikas, Jehan Barbur.. Bu kez Ezginin Günlüğü olmadan Hüsnü Arkan.. Hepsi Harbiye'nin o sahnesinde sadece benim için söylüyorlardı sanki..
Ne zaman, neye üzülsem, tekrar onların play'ine basıyorum ben. Sevindiğimde tekrar yükseltiyorum seslerini...
Harika bir akşamdı, orada olan herkes harikaydı..
Tek eleştiri sponsor firmaya.. Yani konser devam ederken bile arka ve yan ekranlardaki logo o kadar rahatsız ediciydi ki... Reklamveren de bir yerde durmasını bilmeli, bu kadar rahatsız etmemeli bence izleyici..
Konser duyuruları ilk çıktığında gözüme kestirdim bunu ben. Kimse eşlik etmese de gidicem diye düşündüm. Günlerce baktım biletlere ama tek başıma almaya elim hiç gitmedi nedense. Sonra birlikte gitmeye karar verdiğimiz bir arkadaşım dayısını kaybetti, konserden bir kaç gün önce.. Bu sefer onunla karar verdiğimiz için gitmekten vazgeçtim ben de, ama bir yanımda gitmeyi çok istiyordu. Öyle ya, öğrenmiştik artık, ölümün yaşamın hemen yanında olduğunu. Kendi kendime gidiyorum, gitmiyorum, evet, hayır ikilemelerimin arasında konser günü geldi ve ben artık gitmeyeceğim, kısmet gözüyle bakıyordum olaya. Taa ki, telefondaki ses, bu akşam harika bir konser var gitmeyi çok istiyorum diyene kadar.. Bir anda alınan karar, hazırlanan ben ve konser saatinde alınmış biletimle; harika bir akşamda, yıldızların altında dinlemeye başladım Ada Plak'tan çıkan şarkıları..
Öyle ya, ilk gençlik yıllarıma dayanan o harika melodiler, şarkılarla sevdiğim, güldüğüm, ağladığım bir çok anı yeniden karşımdaydı şimdi.. Hala bende, özel anların, özel şarkılarıydı onlar.. Yeni Türkü'nün Mamak Türküsü, Bulutsuzluk Özlemi'nden Sen Varsın Ya, Grup Gündoğarken'den Ankara'dan Abim Gelmiş, Zuhal Olcay'dan Pervane, Bülent Ortaçgil'den Eylül Akşamı.. Bunun yanında daha yeniler, Mor ve Ötesi, Replikas, Jehan Barbur.. Bu kez Ezginin Günlüğü olmadan Hüsnü Arkan.. Hepsi Harbiye'nin o sahnesinde sadece benim için söylüyorlardı sanki..
Ne zaman, neye üzülsem, tekrar onların play'ine basıyorum ben. Sevindiğimde tekrar yükseltiyorum seslerini...
Harika bir akşamdı, orada olan herkes harikaydı..
Tek eleştiri sponsor firmaya.. Yani konser devam ederken bile arka ve yan ekranlardaki logo o kadar rahatsız ediciydi ki... Reklamveren de bir yerde durmasını bilmeli, bu kadar rahatsız etmemeli bence izleyici..
Thursday, June 09, 2011
Gezdiğim ülkeler
Uzun zamandır yapmak istediğim şeylerden biriydi bu. Bir dünya haritası üzerinde gittiğim yerleri işaretlemek ve görmeyi istediklerime göz dikmek... Blogları gezerken bir yerde rastladım ve hemen oluşturdum. Ortaya aşağıdaki resim çıktı, çok keyifli değil mi?
create your own visited country map
or write about it on the open travel guide
create your own visited country map
or write about it on the open travel guide
Thursday, June 02, 2011
The Hangover Part II
Wednesday, May 11, 2011
Ben bugünlerde...
O kadar yoğun aylar geçirdim ki, keyifli, yorgun, kızgın, mutlu bir sürü zamanlar yaşadım... Yaşadım ama bunları hiç paylaşamadım sizinle, ilk defa bu sayfa bu kadar yalnız kaldı, bensiz kaldı, sizsiz kaldı...
Blogu ilk açtığım zamanlarda Mayıs'a denk gelmiş, demekki o zamandan sakinmiş, bu günler, şimdi hızın hiç azalmadığı, zamanın hep koşuşturmacayı gösterdiği bu günlerde tekrar yazmak istiyorum. Gördüklerimi paylaşmak, dertleşmek, sevinçlerimi arttırmak, hayata keyif katmak istiyorum.
Bu bir kaç aydır ne yaptın diyenler için biraz bahsedeyim;
Antalya, İzmir, Ankara, Adana, Bursa, İstanbul, Trabzon'da bayi toplantıları yaptım. Toplamda 2500 kişi olduk, ürünleri gördük, yedik, içtik, eğlendik... Tabiki en kalabalığı 925 kişi ile İstanbul'du, dedim ya, bazen öyle günler olurki, çok yorulursunuz ama değer, işte 29 Mart'ta benim için öyleydi, çok yoruldum ama değdi...
Şehirlerdeki arkadaşlarım kendilerini aramadım diye kızmasınlar bana olur mu, boş bir dakikam bile olamadı koşuşturma arasında, otellerden dışarı adımımı atamadım desem yeridir.
Katalogumuzu yaptık, yeni pazarlama stratejileri, marka konumlandırmaları, yeni kararlar, insanlar.. İşte sosyalleşme, blogdan ağır geldi bu günlerde. Gittiğim bazı yerlerde blogu söyleyenler yine utandırdılar beni ama bir kez daha gurur duydum, vazgeçmeden yazdığım bu satırlardan...
Şimdi tekrar bu süredeki izlediğim filmler ve size anlatacağım harika oyunlardan, kitaplardan bahsedeceğim ama bu kadar uzun zaman sonra, bir giriş yazısına ihtiyacımız vardı ya, işte bu, o yazı olsun...
Blogu ilk açtığım zamanlarda Mayıs'a denk gelmiş, demekki o zamandan sakinmiş, bu günler, şimdi hızın hiç azalmadığı, zamanın hep koşuşturmacayı gösterdiği bu günlerde tekrar yazmak istiyorum. Gördüklerimi paylaşmak, dertleşmek, sevinçlerimi arttırmak, hayata keyif katmak istiyorum.
Bu bir kaç aydır ne yaptın diyenler için biraz bahsedeyim;
Antalya, İzmir, Ankara, Adana, Bursa, İstanbul, Trabzon'da bayi toplantıları yaptım. Toplamda 2500 kişi olduk, ürünleri gördük, yedik, içtik, eğlendik... Tabiki en kalabalığı 925 kişi ile İstanbul'du, dedim ya, bazen öyle günler olurki, çok yorulursunuz ama değer, işte 29 Mart'ta benim için öyleydi, çok yoruldum ama değdi...
Şehirlerdeki arkadaşlarım kendilerini aramadım diye kızmasınlar bana olur mu, boş bir dakikam bile olamadı koşuşturma arasında, otellerden dışarı adımımı atamadım desem yeridir.
Katalogumuzu yaptık, yeni pazarlama stratejileri, marka konumlandırmaları, yeni kararlar, insanlar.. İşte sosyalleşme, blogdan ağır geldi bu günlerde. Gittiğim bazı yerlerde blogu söyleyenler yine utandırdılar beni ama bir kez daha gurur duydum, vazgeçmeden yazdığım bu satırlardan...
Şimdi tekrar bu süredeki izlediğim filmler ve size anlatacağım harika oyunlardan, kitaplardan bahsedeceğim ama bu kadar uzun zaman sonra, bir giriş yazısına ihtiyacımız vardı ya, işte bu, o yazı olsun...
Monday, January 31, 2011
CAM
Yoğun çalışıyorum yine bu aralar. Yılın bu dönemlerinde hep olduğu gibi. Firma sezona hazırlanıyor, bazen yoruluyorum, bazen düşüp kalkıyorum ama çoğu zaman gurur duyuyorum yaptığım işlerden...
Tüm bu yoğunluğun arasında kendimce molalar alabilirsem , o zaman daha da bağlanıyorum hayata. İşte işlerin arasında izlediğim, beni kadın – erkek ilişkileri üzerinde düşündüren, 2 saatliğine de olsa bulunduğum yerden uzaklaşıp, kendimi sahneye konmama yardım eden, güzel bir oyun tavsiye edeceğim sizlere. CAM
Dolunay Soysert – Mete Horozoğlu – Deniz Çakır – Bülent Alkış ve Selen Uçer’in oynadığı, Levent Kazak’ın yazdığı, Laçın Ceylan’ın yönettiği, gidip gelmelerin yüksek sesle yaşandığı oyunun tadını çıkarmanız dileğiyle..
Oyunun iki farklı finali var, benden söylemesi...
Bu arada oyunu izlediğimiz Kadıköy Halk Eğitim'in gişesinde bilet satan bir amca var ki, Biletix nasıl icat edilmiş, anlamama yardımcı oldu kendisi ;)
Tüm bu yoğunluğun arasında kendimce molalar alabilirsem , o zaman daha da bağlanıyorum hayata. İşte işlerin arasında izlediğim, beni kadın – erkek ilişkileri üzerinde düşündüren, 2 saatliğine de olsa bulunduğum yerden uzaklaşıp, kendimi sahneye konmama yardım eden, güzel bir oyun tavsiye edeceğim sizlere. CAM
Dolunay Soysert – Mete Horozoğlu – Deniz Çakır – Bülent Alkış ve Selen Uçer’in oynadığı, Levent Kazak’ın yazdığı, Laçın Ceylan’ın yönettiği, gidip gelmelerin yüksek sesle yaşandığı oyunun tadını çıkarmanız dileğiyle..
Oyunun iki farklı finali var, benden söylemesi...
Bu arada oyunu izlediğimiz Kadıköy Halk Eğitim'in gişesinde bilet satan bir amca var ki, Biletix nasıl icat edilmiş, anlamama yardımcı oldu kendisi ;)
Labels:
biletix,
cam kesiği,
deniz çakır,
dolunay soysert,
levent kazak,
mete horozoğlu,
tiyatro
Subscribe to:
Posts (Atom)