Tuesday, January 01, 2013

20on3

Yazdığım bir yazı sevilip, bir şekilde tekrar bana gelirse işte o an dünyalar benim oluyor. Tıpkı bu yıl yazıp da çeşitli platformlara gönderdiğim yeni yıl mesajının dönüp dolaşıp tekrar bana gelmiş olması gibi...
Tüm bunlar olunca demek ki yazdığım mesaj burada yer almayı hak etti.

"Öncelikle huzurumuzun artarak sürdüğü, gece başımızı yastığa koyduğumuzda mutlulukla kocaman gülümseyeceğimiz, sağlığımızı ve fit vücudumuzu eksiksiz koruduğumuz, tatlı vanilya ve tarçın kokularının burnumuzdan gitmediği, keyifli espirilerin hayatımızda bitmediği, seyahatten yerimizde duramadığımız, eğlenceli, keyifli, güzel ve sevimli 365 gün daha diliyorum hepimize..."

Thursday, December 20, 2012

Şeb-i Arus İstanbul

Ölmeden önce yapılacaklar listemde Şeb-i Arus'u Konya'da izlemek vardı, fakat her yerde bu yıl İstanbul'da da tören olacağını duyunca hemen aldım biletleri. Ben organizasyonu duyupta bilet alana kadar zaten çok az sayıda yer kalmıştı ve cumartesi akşamı Ülker Arena'nın dik tribününde bulduk kendimizi.

"Gönüllerin Sultanı Aşkın Başkentinde" idi sloganı ne kadar güzel değil mi?

Tören Kenan Işık'ın Mesnevi'den okuduğu rubaîler ile başlayıp, tasavvuf müziğinden şarkılar ile devam etti. Herkesin merakla beklediği semâ gösterileri ise törenin en sonundaydı; tabi o ana ladar dayanabilen izleyiciler olursa...
Çünkü tören tasavvuf ile ilgili hiç bir bilgi vermeyip, oraya öğrenmeye gelenler için faydasızdı. Yani semazenlerin kıyafetlerindeki manadan, ibadetlerinin şekli anlatılsaydı; semazen nedir, kimdir söylenseydi, en kötü gelenlere daha önce hazırlanmış broşürler verilseydi çok daha etkili, çok daha keyifli olabilirdi...
Daha önce televizyondan istediğim asıl Konya"da gerçekleşen törenler; huzur dolu, sakinlik ve dinginlik içinde idi.
Malesefki bu tören, tıpkı İstanbul'un her konudaki reklamlarının altındaki içi boş içeriği şeklindeydi. Oysa en az 6-7.000 farklı tarzdaki insanları bir araya getiren Mevlana aşkı, zaten başlı başına bir malzeme, umarım gelecek yıllarda çok daha başarılı işlenebilir...

Monday, December 10, 2012

30 + 1 ...

2012'nin nasıl geçtiğini anlamadığımı ayrıca belirtmeme gerek yok sanırım, en son geçen yıl sonunda yazmışım.

Bu sayfa ilk açtığım günden bu günlere geçen sürede bir dilek tahtası halini aldı, bu beni de üzüyor tabiki ama her gün karar veriyorum kendimce, yazmaya tekrar başlayacağım diye, sonra tutamadığım binlerce karar gibi, o da uçup gidiyor boşluklara, ve eminim bir başka karar alanın yeni kararı oluyor…

Ama en azından doğum günlerimde yazdığım bu sayfanın, sadece yılda bir kaç günlüğüne de olsa benim olduğunu, dilediklerimi paylaşıyor olduğunu ve bunların bir kaç kişiye de olsa, ulaşıyor olduğunu bilmek güzel, keyifli.

Dijital medyanın bu hale gelmesi, blogumu da böldü aslında. Anlık düşüncelerimi twitter'da, gittiğim yerleri foursquare'de, fotoğraflarımı instagram'da paylaştığımdan beri, bu güzel sayfanın içeriği önce güncelliğini kaybetmeye sonra da yavaş yavaş azalmaya başladı.

Şimdi harika bir yazıyla yeniden dönmüş olmak isterdim ama,

bir yaş daha büyüdüm işte.. artık eskisi gibi değilim, spordan sonra yoruluyorum, biraz fazla içeyim sarhoş oluyorum, dinlenmek istiyorum, sessizlik istiyorum... Kafamın içindeki yoğun düşünceleri aynı anda içeride tutamıyorum, incelikler yüzünden artık daha fazla incinmek istemiyorum.

Büyüdükçe aldığım ruh hallerinde kaldığın sürenin çok daha önemli olduğunu biliyorum, o yüzden mutlu anlarımı uzatmaya, keyifsizleri daha az yaşayıp, dersler almaya çalışıyorum. 30lu yaşların çok da büyük olmadığını kabul ediyorum.

Bu bloğu takip edenler bilir ritüelimi, her yıla özel bir şarkı seçerim ya ben, şimdi okuyanlar diyecekki, sen de büyüyeceğine gittikçe kendini küçültüyorsun diye, ama bunu özel olarak seçmiyorum, tam doğum günüm yaklaşırken, içime doğuyor bu şarkılar, işte bu yılınki;

“bir minicik kız çocuğu bak
duruyor orada hâlâ
anlatamam gördüklerimi
o neşeli çocuğa
artık beni asla yaralayamaz
hayat eğer istemezsem
yıllar beni kolay yakalayamaz
ben durup beklemezsem”

Saturday, December 31, 2011

Sevgili 2012

Bir uyanışı getireceğin söyleniyor biz insanoğluna... O kadar anlam yükledikki sana, beklentilerimiz o kadar arttıki, başlangıçta sana haksızlık ederlerse; hemen öyle sinirlenme, sakince dur ve bekle..
Önceki yılları çok yıprattığımızdan 2011 yordu bizi, üzdü. Bizde en sevdiğimiz şeyi yapıp, erteledik güzel günler görmeyi, umarım sen gelirken yanında getirmişsindir.
Geçmişin değerlendirmesini yapmanın anlamı yok artık pek fazla; ben iyi bir sene geçirdim de bu genele yayılmayınca anlamı ne? Seninle herkesin yenilenen umutları, mutlulukları tüm yıl sürsün olur mu?
Tüm insanlara; bolluk, bereket, iyi şans, mutluluk, huzur ve aşk istiyorum senden; o kadar çok ver ki, kavgalar sona ersin, korkular bitsin, herkes sevgi içinde geçirsin günlerini...

Saturday, December 10, 2011

ve yine 10 Aralık...

"Anason Kokarken Sofralar,
Yaşlandırıyor Seni Aynalar,
Her Geçen Yıl Birer Birer,
Masadan Eksiliyor Dostlar..."

İşte bu yıl, bu şarkı gelsin benim için.. Artık biliyorsunuz yaş almanın beni büyütmediğini, her yaşın birbirinin aynısı olduğunu, 20li yaşların geri gelmeyeceğini...
Etrafımda abla diyenlerin arttığı, teyze, hala sıfatlarının eklendiği, bacaklarıma asılan ufaklıkların olduğu koskoca bir 365 günü daha deviriyorum bugün...
İyiki tanıdım dediğim insanların yanında, her geçen gün daha mutlu, daha huzurlu ve daha sevgi dolu geçirirken günlerimi, olduğum yerde çınarlaşıyorum belki de.
Ve bugün 2'yi bırakırken hayatımdan, geri dönüp baktığımda, hayatıma harika bir onluk daha eklediğime eminim.
Bazen durup dinlediğimde yapmam gerekenleri yapmamışım gibi gelse de; biliyorum olabileceğinin en iyisi idi bu sene...
Ve teşekkür ediyorum, şimdi 3'lü yaşların en başından sizlere sesleniyorum;
"Tutun ellerimden, yoksa düşeceğim, doğacak içimde baharım, sevincim.."

Wednesday, June 22, 2011

Assos...


Ben daha önce gittim de hiç kalmadım Assos'da. Hep son dakika tatillerinde ayarlamaya çalışıp, hiç yer bulamadığım bir lokasyondu benim için. Bu kez arkadaşlarım giderken, ağlayarak baktım, ben de gelsem diye. Zeynep dayanamadı halime, e hadi dedi, tamam gel.. Topladım evde denize ve güneşe ait ne varsa. Gideceğimi duyan arkadaşımın telefonda dinlettiği Sıla'nın Kafa şarkısını da koydum cebime.. Söylemeden geçemeyeceğim şarkı şöyle başlıyor...

Aşkıydı, işiydi, ihtirası, düşüydü,
Yere batsın faturası, malı, mülkü,
Bağlasalar durmam...

Tam ruh durumuma uygun bu şarkıyla, attım kendimi Assos'a. İskelede bizden başka kimsenin olmaması, denizin, güneşin sadece bizim olması, benim Ege'ye hayran olmam, zeytinin, zeytinyağının, bahçe domatesinin, sakızlı dondurmanın gözümdeki yeri, güneşin batışı, rüzgarın tadı, uykunun hafifliği, sakinliğin keyfi ile iki koskoca gün geçirdik orada.
Otobüste gidip gelirken doğmasına şahit olduğumuz güneşi, Behramkale'de şarap eşliğinde batırdık...

Buna ne kadar çok ihtiyacım varmış, sakinliği, huzuru ne çok istemişim, bir kez daha emin oldum.
Hayat elimizdekileri verirken, bazen bizi ne kadarda yoruyor, daha da iyi anladım.

Şimdi döndüğüm yerde, daha keyifli ve mutluyum.

"Suya girdim su oldum, taşa yattım taş oldum..." Evrim tarafından daha önce söylenmiş bu söz, bu ufak seyahatin mottosu oldu...

Friday, June 10, 2011

Ada'yı çeyrek geçe...

İnsan bir şeyi çok isteyince oluyor, kesinlikle oluyor...
Konser duyuruları ilk çıktığında gözüme kestirdim bunu ben. Kimse eşlik etmese de gidicem diye düşündüm. Günlerce baktım biletlere ama tek başıma almaya elim hiç gitmedi nedense. Sonra birlikte gitmeye karar verdiğimiz bir arkadaşım dayısını kaybetti, konserden bir kaç gün önce.. Bu sefer onunla karar verdiğimiz için gitmekten vazgeçtim ben de, ama bir yanımda gitmeyi çok istiyordu. Öyle ya, öğrenmiştik artık, ölümün yaşamın hemen yanında olduğunu. Kendi kendime gidiyorum, gitmiyorum, evet, hayır ikilemelerimin arasında konser günü geldi ve ben artık gitmeyeceğim, kısmet gözüyle bakıyordum olaya. Taa ki, telefondaki ses, bu akşam harika bir konser var gitmeyi çok istiyorum diyene kadar.. Bir anda alınan karar, hazırlanan ben ve konser saatinde alınmış biletimle; harika bir akşamda, yıldızların altında dinlemeye başladım Ada Plak'tan çıkan şarkıları..
Öyle ya, ilk gençlik yıllarıma dayanan o harika melodiler, şarkılarla sevdiğim, güldüğüm, ağladığım bir çok anı yeniden karşımdaydı şimdi.. Hala bende, özel anların, özel şarkılarıydı onlar.. Yeni Türkü'nün Mamak Türküsü, Bulutsuzluk Özlemi'nden Sen Varsın Ya, Grup Gündoğarken'den Ankara'dan Abim Gelmiş, Zuhal Olcay'dan Pervane, Bülent Ortaçgil'den Eylül Akşamı.. Bunun yanında daha yeniler, Mor ve Ötesi, Replikas, Jehan Barbur.. Bu kez Ezginin Günlüğü olmadan Hüsnü Arkan.. Hepsi Harbiye'nin o sahnesinde sadece benim için söylüyorlardı sanki..
Ne zaman, neye üzülsem, tekrar onların play'ine basıyorum ben. Sevindiğimde tekrar yükseltiyorum seslerini...
Harika bir akşamdı, orada olan herkes harikaydı..
Tek eleştiri sponsor firmaya.. Yani konser devam ederken bile arka ve yan ekranlardaki logo o kadar rahatsız ediciydi ki... Reklamveren de bir yerde durmasını bilmeli, bu kadar rahatsız etmemeli bence izleyici..